yazı oldu bana göre. Kahvemi paylaşamam belki ama yazımı paylaşabilirim okumak isteyenlerle…
Ne çok hızlı geçmekte zaman ne de sanıldığı gibi çok yavaş.
Bekleyen için saniyeler dakikalar gibi, dakikalarsa saatler
gibi yavaş geçer. Bekletene ise zaman sanki yıldırım hızıyla akıp gider.
Bekleyen sabırsızdır 1 dakikayı
abartarak 10 dakikadır bekliyorum neredesin diye sitemle söyler. Bekleten ise;
“ inanmıyorum ya, ne hızlı geçti zaman, o kadar acele etmeme rağmen yine de
treni kaçırdım” der. Oysa tren tam saatinde ve tam dakikasında orada olmuştur.
Yani ?… Ne çok hızlı geçmekte zaman ne de çok yavaş… Dünya aynı hızla dönmekte, güneş aynı... Elbette uzay
fizik-matematik kurallarına göre bakılırsa saliseler bazında bir değişiklik
vardır. Ama bu bizim günlük yaşantımızı bu denli etkileyecek düzeyde olamaz.
Olmasını düşünemeyiz bile. Zamana anlamlar yükleyen bizleriz. “ zaman geçmek bilmiyor!“
”ya zaman nasıl geçti anlayamadım,” gibi. Ya da “vay be şurada zaman dursa da hiç ilerlemese,
manzara nefis… “ gibi birde karışırız zamanın işine. İşte bu anlamları yüklerken her seferinde bir ruh haline
bürünmüşüzdür. Ama eğer zaman bizim istemimiz dışında hareket ediyorsa ortak
ruh hali genellikle hep aynıdır. Öfke, asabiyet, sabırsızlık, can sıkıntısı.
Bir beklentimiz yoksa eğer zamandan ohhh!! rahatız o zaman. Hatta öyle mutluyuzdur ki zaman dursun
isteriz. Tabi böyle bir şey imkansız olduğundan devamındaki ruh halimiz hayal
kırıklığı, kırgınlık, küskünlük hatta kızgınlık bile olabiliyor zamana karşı. Sevdiğimizle başbaşa olduğumuzda zaman dursun isterken - normal
seyrinde giden zaman! - ayrılık vakti geldiğinde ayrılıktan doğan sıkıntı,
üzüntünün öfkesini yükleniverir habersizce. Oysa kısa bir süre önce ne de
yüksüz bir halde salınıyordu bu zaman… Zamana karşı aldığımız bu tavırlar, bu girdiğimiz ruh halleri
bizim hayata bakışımızdır, tabiatımızdır.
Bir genç arkadaşım şöyle demişti;
-Ben ne kadar hızlı hareket etsem de eşim o denli yavaş
hareket eder. Her seferinde kapının önünde bir iki dakika mutlaka beklerim onu.
Bunu söyleyen erkekse normal deriz ama söyleyen bir kadınsa… Sonra dönüp şöyle
dedi;
-Aslında keşke bende onun gibi sakin hareket edebilsem.
Stres olmak yerine 1 – 2 dakika geç kalmakla dünyanın batmayacağını
kabullensem. Ama elimde değil.
Evet, kimi insan tez canlıdır kimi de rahat, geniş… Her
ikisi de yerine göre avantajlı yerine göre dezavantajlı. Bünyemizin neyi
kaldırdığına bağlı. Kimi insan vardır 24 tansiyonla rahat rahat sokakta gezer
kimi ise benim gibi 2 derece yükselse patlayacak gibi hisseder. Kişiyi anlamak
bu yüzden önemli işte. Karşımızdakini itham ederken, tanımlarken, yorumlarken
bunları da bilmemiz gerekiyor. Kimin kaynama derecesi kaç derece başlıyor
önemli. Ailemiz, yakın çevremiz de bunu yapmak biraz daha kolayken daha az
tanıdığımız, ya da tanımadığımız toplum geneli diye ele alırsak işimiz çok zor.
İşte burada devreye görgü kuralları, ahlak kuralları ve
kişinin vizyonu giriyor özetle empati giriyor.
Çok sıkıntılı bir dönemimde beni sabırla dinleyen bir
sevgili büyüğüm ruh halimi öyle iyi anlamıştı ki bir terapiste gitsem ancak ondan duyabileceğim
bir cümle ile olaya noktayı koydu adeta. Aynen aktarıyorum;
-... işte sorun da bu, bizim
dışımızdaki olgular değil sorun olan, bizim onlara verdiğimiz tepkiler… Psikologlar
böyle diyor :=))) onlar değişmeyecek sen ona göre pozisyon alacaksın kendini
üzmemeyi öğreneceksin, yapacak tek şey bu…"
Bunu söylediği zaman bende bu kısa
konuşmalar sonucunda bu düşünceye gelmiştim zaten.
İnsanın yalın halinde olması çok
zor. Kendi kendimize bile yalın olamıyoruz çoğu zaman. -yalınlıktan kastım; tamamen olduğu gibi, en gerçek, en dürüst hal- Karşınızda sizi
yargılamayan, sizi olduğunuz gibi kabul eden,
sizden öğrendiklerini size karşı kullanmayan, gerçek bir dost
bulduğunuzda, kendi kendinize sesli konuşur gibi en yalın halinizle konuştuğunuzda
gerçek bir terapi yapmış gibi oluyorsunuz. Çoğumuz zaman zaman kendi kendimize konuşuruz. Kızıyoruz, bağırıyoruz, söyleniyoruz, tıpkı neşeliyken şarkı söylediğimiz gibi… Bu gayet doğal, ancak böyle çözüm bulmak
çok daha zor oluyor. Sadece öfkenizi sakinleştirebiliyor, geçici rahatlama
sağlayabiliyorsunuz. Ama çözüm konusunda tam bir sonuç alınamıyor. Böylesi
çözümü bulmanızda daha bir kolaylık getiriyor. En azından benim için böyle.
Zaman içinde hayat bize çok şey
katıyor ve giderek sadece kendi kendimize bile olsa olgunlaştıkça daha fazla yalın
olabiliyoruz. Ancak hala batsın bu dünya..., ben bu feleğin..., ben böyle hayatın… ile başlayan
cümleler duyabiliyoruz. Şarkılara bile söz olmuş bu tanımlamalar ne kadar doğru
acaba.
Şu sözü çok beğendim;
- İnsana özgü bir yeteneksizliktir
yaşayamamak!.. Yoksa hangi balık boğmuş kendini, hangi serçe atlamış damdan!.. Dostoyevski...
Hayat bize bir şeyler katarken
karşılıksız, biz hayata ne katıyoruz acaba? Bunu bulalım artık. Ve bizde hayata
bir şeyler katalım. Herkesin çok rahat verebileceği bir sadaka, gülümsemektir! Bir gülümseme, bir selam verme hayata çok şey
katar.
Şu şarkı sözünü
hepimiz biliriz;
“Dün gece hiç tanımadığım birine
sırf sana benziyor diye merhaba dedim!”
Biz biz olalım, sırf birine
benzettiğimiz için selam verip merhaba demeyelim. Onun yerine çıkarsız olarak,
insan ayırd etmeksizin selam verelim. Sonra benim başıma çoğunlukla geldiği
gibi “bir yerden mi tanışıyoruz acaba? “ sorusuna;
-Hayır hanımefendi veya hayır teyzeciğim içimden geldi öyle verdim.!!! Bu tepki çok daha güzel, çok daha mutlu bir etki
bırakıyor karşı tarafta. Sonra yoluna devam ediyorsun sen mutlu o mutlu…
Şimdi son bir cümle.
Evvetttt, gülümseyinnnn!!!.
Kodak değil! Hayat marka fotoğraf
makinası çekiyorrrr. Üçççç, ikiii bir!!!
Clik!!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder