18 Aralık 2013 Çarşamba

17. GÜN KIRMIZI HEYBENİN SIRRI....

Ayşe ile kızı birlikte taşınma öncesi toparlanması gereken eşyaları elden geçiriyorlardı. Gerekli, gereksiz, atılsın, verilsin diye birlikte bu sıkıcı işi yapmaya çalışıyorlardı. Bir sürü şey
ayrılmış ama bir o kadar daha ayrılacak şey vardı. Sıra Ayşe'nin yatağının altına gelmişti. Ne çok şey vardı bu ikili baza da. Bir çoğu çocuklarım evlenirken veririm mantığı ile bohçaladığı hiç kullanılmamış şeylerdi. Ama bir o kadar da kullanılmış veya kullanmayacağı ıvır zıvırlardı. Ne verebiliyor ne işine yarıyordu bunlar. Annesinin kararsızlığı karşısında canı sıkılan kızı "Öf anne ya eşyalarından vaz geçemeyen yaşlı kadınlar gibi olmuşsun iyice" diyerek kızıyordu. Tam o sırada kızının gözüne oldukça eski, içine bir şeyler konulmuş kırmızı desenleri olan bir heybe takıldı. "Aaa! anne bu ne? İçinde neler var bunun? Kimin bu? Nerden geldi bize? Yoksa senin mi?" diye peş peşe sorular eşliğinde heybenin içini karıştırmaya başlamıştı bile. Ayşe; "Karıştırma onu.  O heybe benim ve kesinlikle kalacak" diyerek kesin net yanıtladı kızını. Genç kız çoktan heybenin içindekileri halının üzerine boca etmişti bile. Annesinin sakladığı birkaç küçük eşya, ıvır zıvırdı çoğunluk. İçindekilerden vaz geçebilir, birilerine verebilirim ama heybeden asla diye düşündü Ayşe. Sevgili kızının soru yağmuru bitmiş değildi henüz. İçinden çıkanları inceledikten sonra tekrar doldurmaya başladı ama sorularının yanıtını almak için ısrarını da sürdürerek. "Nerden geldi bu heybe anne? Neden önemli senin için? Bana versene? Anne yaaa benim olabilir mi?" Ayşe her sorusuna gülümseyerek karşılık verdi. Sonunda; "Koy yerine onuuu.. Şark köşesi yaparsam bir gün baş köşede olacak emin olabilirsin" diye kapatmak istedi konuyu. "Hı hı" dedi kızı. "Arkadaşından alıp getirdiğin şu içleri saman dolu, üzeri bu heybeye benzeyen şekilde kaplanmış ve de koyacak yerin olmadığından koltukların arkasına gizlediğin kocaman dev yastıkların gibi bir köşede o günün gelmesini bekleyecek sonsuza dek di mi?" diye sitemli sitemli konuşmasını sürdürdü kızı. Ayşe kafasını gömdüğü bazanın içinden kaldırmadan acı bir şekilde gülümsemekle yetindi. Geriye doğru çekildiğinde, gözleri heybeyi aradı. Uzandı yılların iyice eskittiği kırmızı heybesini eline aldı, sağ elini heybenin üzerinde özenle gezdirdi. Sonra dalıp gitti, onca yapılacak işini unutarak...

Ayşe ve Gaye çocukluktan başlayan arkadaşlıklarını kardeşliğe taşımış iki arkadaştı.  Birlikte okumuşlar, birlikte büyümüşler, birlikte yazlarını geçirmişlerdi…  Ayrı meslekleri seçmişlerdi. Ayşe özel sektörde Gaye ise devlet memurluğunda görev yapıyordu. Bir süre sonra da ayrı şehirlere yerleşmişlerdi. Ancak buna rağmen, düzenli olarak görüşmeleri eskisi gibi devam etmekteydi. Farklı zevkleri olsa bile ortak çizgide çok kolaylıkla buluşmayı her zaman başarıyorlardı. Yıllardır hiçbir yaz ayrı tatil yapmamışlardı. Biraz delifişeklik, biraz fazla özgüven erken büyümelerini sağlamıştı. Ayşe yıllık iznini Gaye’nin de tatiline denk gelecek biçimde ayarlamaya çalışır, mutlaka deniz kıyısında bir yeri seçerdi. Paralarını denkleştirirler, yeri tespit ederler ve yola çıkılırdı. Öyle önceden rezervasyon falan yok. Gidilir, gezilir en uygun motel veya pansiyon hangisi ise içlerine sinmiş bir şekilde kayıt yaptırılırdı. Bazen yanlarında başka arkadaşları veya ailelerinden birileri de olurdu. Ama en güzeli kimse kimseye baskı ve zorlama yapmazdı. Muhteşem ikili birbirlerine asla böyle davranmadıklarından onlarla birlikte tatile katılanlarda aynı kurallara uyarlardı.

Gaye daha aktif, hareketliyken Ayşe daha sakin, daha duruydu. Gaye pek çok spor dalını denemiş iken Ayşe sadece bisikleti tercih ediyordu.

Yine böyle bir yaz tatilinde organizasyon yapılmış iki kafadar Side’yi seçmişlerdi yer olarak. Daha önce hiç gitmedikleri bir yerdi. Ve rezervasyon falan yaptırmadan biletlerini aldıkları gibi yola çıkmışlardı. Bu sefer yanlarında Gaye’nin erkek kardeşi de vardı. Yaşça onlardan 4 yaş küçük olmasına rağmen, sessiz ama uyumlu bir çocuktu Hakan. Sırt çantaları arkalarında Side’in sokaklarında kalacak yer aramaya başladıklarında umutsuzluğa kapılmak yerine kendi hallerine bakıp gülüyorlardı. Denize yakın pansiyonlar biraz daha pahalı olurken denizden uzaklaştıkça hem daha sakin hem de daha uygun fiyatlı pansiyonlar önlerine çıkıyordu. Sonunda şirin, sakin bir yer bulup kayıtlarını yaptırdılar. Bu gün de dahil 6 gün tatilleri vardı ve sabah yemeği hariç diğerlerini kendileri yapmak durumunda kalacaklardı. Hemen ayaküstü planlar yapıldı yine. Öğlen deniz kenarında ekmek arası hazırlar yeriz, akşam gelirken makarna, köfte alıp yaparız. Bir başka gün de menemen hazırlarız böyle böyle idare ederiz dediler. Yemeği sen yaparsın ben yaparım tartışması bile yapmadılar. Kimin içinden geliyorsa o gün o yapardı zaten. Odalarına yerleştikten sonra en yakın bakkaldan aldıkları ekmek, domates, peynir, biber, salatalık ile ekmek arası yapıp karınlarını doyurdular. Sonra yataklarına uzanarak öğlen sıcağının geçmesini beklediler deniz kenarına gitmek için. Güneş biraz hıncını alınca da ver elini deniz kıyısı.

Gaye sahile iner inmez sırt çantasını gördüğü en uygun yere attığı gibi denize koştu. "Gelen gelsin ben giriyorum beklemem," derken kumların üzerinde koşmaya başlamıştı bile. Gaye’nin kardeşi Hakan ve Ayşe birbirlerine baktılar bir an. Ayşe "sıkıntı yok Hakan sen de girebilirsin ben biraz oturmak istiyorum" dedi. Hakan hevesle olur dedikten sonra üstünü çıkartıp çantasına koydu ve Gayenin peşinden sıcak kumların üzerinde yalın ayak hoplaya zıplaya denize doğru koşmaya başladı. Bir yandan da "Gayeeee beni bekle geliyorum" diye bağırıyordu ablasına.

Ayşe çantaları toparladığı gibi uygun bir şezlong bulmak için etrafı taramaya başladı. Fazla kalabalık olmayan sahilde kısa sürede yerini belirleyip hem hafif rüzgar alan hem de Gaye ile Hakan’ı görebileceği yere doğru ilerlemeye başladı. Gaye ve Hakan tüm öğleden sonra doya doya girdiler çıktılar denize. Ayşe, bir kez o da Hakan’ın denizden avuçlayarak getirdiği sularla ıslatıp durmasından kurtulmak için denize girmeyi kabul etmişti. Üzerinde yürüdüğü kumlar hala daha çok sıcaktı. Gaye ve Hakan çok iyi yüzmelerine rağmen Ayşe yüzmede pek başarılı değildi. Kısa mesafeler şeklinde yüzüp, bol bol sırtüstü yatarak Gaye ve Hakan ile küçük sohbetler ediyor, bazen birlikte denizin içinde taklalar atıyorlardı. En nefret ettiği şey birinin kendisine denizde şaka yapması olduğundan en başında tembihlerdi sakın bana bulaşmayın diye. Yeteri kadar kaldığını düşünüp   "haydi çıkalım" dedi Ayşe diğerlerine. Ancak yine tek başına çıkıp eşyaların yanına gitti. Dalgalı uzun sarı saçlarından akan tuzlu suyu kuruladıktan sonra serbest bıraktı. Üstünü de kurulayıp giyindi, eşyaları toparladı, saçlarını geriye doğru attırarak şezlonga boylu boyunca uzandı. Onun güneşlenmesi bile bu şekilde olurdu genellikle. Diğerlerini beklerken kulaklığını takıp kitabını eline aldı. Bu kısa süreli denize girmek bile yormuştu onu. Ama su nefisti. Pırıl pırıl parlayan, göz alabildiğine mavilik, iyot kokusu tüm ruhunu sarmıştı. Yer gök masmaviydi. Ne elindeki kitaba ne de müziğe yoğunlaşamadığını anladığında denizden gelen ahenkli dalga seslerini dinlemek istedi. Kulaklığını çıkartarak karnının üstüne koydu. Elindeki kitabı kapatmadan kulaklığın üstüne çevirerek bıraktı. Bedenini hafifçe aşağı kaydırırken gözlerini kapatıp başını arkaya iyice yasladı. Her şey silinmişti artık. İyot ve kıyıdaki yosun kokusunu içine çekerken dalga seslerini büyük bir zevk içinde dinlemeye odaklandı. Diğer tüm sesler sanki yok olmuştu. Bir süre öylece kaldı. Tam içi geçmek üzere iken Gaye ve Hakan sularını damlata damlata çıkıp geldiler yanına. Yüzüne gelen ince su damlacıkları ile çıktığı bulutların üstünden hızla yere indi. "Defolun zibidiler yanımdan" derken havlularını tutup yüzlerine fırlatıyor bir yandan da sahte bir kızgınlıkla gülüyordu. Diğerleri de giyinip oturduklarında Ayşe biraz önceki dingin, bulutların üzerinde gezinen halini çoktan geride bırakmıştı. Bir süre sonra acıktıklarını hissedip kalkmaya karar verdiler. 

Yol boyunca konuştular. Pansiyona yakın küçük bakkaldan çubuk makarna ile birlikte ketçap, yoğurt ve ekmek alarak yorgun bir halde pansiyona geldiler. Aldıklarını mutfakta bir yere bırakıp odalarına geçtiler. İlk duşu Ayşe alıp hızlıca aşağı mutfağa yemek hazırlamaya indi. Kısa bir süre sonra önce Hakan sonra Gaye’de mutfağa inmişlerdi. Öğlenden kalan domates, biber, salatalığı iri iri doğrayarak çoban salatası yaptılar hızlıca. Oturup doyuncaya kadar makarna, salata, yoğurt yediler. Biraz televizyon izlediler, karşılıklı tavla oynadılar. İki kardeş karşılıklı oynarken, Ayşe doğru düzgün yayın yapmayan kanalları dolaştı bir süre. Canları daha fazla oturmak istemeyen Gaye ve Ayşe göz göze gelince sözleşmiş gibi odalarımıza gitsek mi diyerek ayağa kalkmışlardı. Hakan itiraz edecek oldu ablası hemen resti çekti. "O kadar yoldan geldik doğru düzgün dinlenmedik herkes odasına marş marş…" 

Ayşe ve Gaye odalarına çıktıklarında alçak sesle şarkı söylemeye başlamışlardı.  
 "Ah, dedi Gaye gitarımı da getirseymişim çalardık balkona çıkıp ne güzel olurdu?"

Birer sigara yakıp balkona çıktılar birlikte. Boş sandalyelere ayaklarını uzatıp balkon sefasının tadını çıkarmaya hazırlandılar. Uykuları yoktu ve yanlarında Hakan da yoktu. Rahat rahat konuşuyorlardı aralarında. Yıllardır birbirlerini çok iyi tanımalarına ve her şeylerini bilmelerine rağmen hala daha konuşacak birçok konuları vardı. Hiçbir şey kalmasa hayallerinden bahseder dururlardı saatlerce. Uykuları iyice gelene kadar aralıklı sigara eşliğinde sohbetlerini yaptılar. Normalde özellikle çok az içmeye dikkat ederlerdi sigarayı. Sonra Ayşe uykum geldi diyerek içeri yatağına geçti. Sabah erken kalkma alışkanlığından akşamları fazla geç saatlere kadar oturamazdı istese de. Uykusu geldi mi kimseyi dinlemez gidip yatardı. Gaye bir sigara daha yakıp gecenin karanlığına dalıp gitti arkadaşına iyi geceler derken. Sabah erken uyanan Ayşe sessizce giyinip kahvaltıya indi. Pansiyon sahibi karı-koca ile birlikte güle konuşa güzel bir kahvaltı sofrası hazırladı kendine. Diğer pansiyon sakinleri de yavaş yavaş masalarda yerlerini alırlarken göz göze geldikleriyle gülümseyerek hafif bir baş hareketiyle günaydın anlamında sessiz bir iletişim kurdu. Kahvaltı bitiminde ağaçların altına kurduğu masasında bir fincan çay, okumakta olduğu kitap, ağaçtaki durmadan cıvıldaşan serçeler çoktan en yakın dostu olmuşlardı. Yaklaşık 2 saat bu şekilde biraz tembellik çokça keyif yaptıktan sonra Gaye ve Hakan nihayet kalkıp geldiler. Son anda yakalamışlardı. Kahvaltılarına devam ederken bir yandan da Ayşe’ye kararlarını açıkladılar. "Bisiklet kiralamayı düşünüyoruz. Biraz tur atıp sahile bisiklet ile gidip dönüşte bisiklet ile gelmeye ne dersin Ayşe?" diye sordu Gaye.

Ayşe tam bir tembel olmuştu bu gün. Bütün bir yılın yorgunluğunu bu şekilde atacağını zannederek "Siz gidin ne istiyorsanız yapın beni bırakın. Daha sonra yürüyüş yaparak yanınıza gelirim. Öğlen içinde bir şeyler hazırlar getiririm hatta ama beni şimdiden götürmeyin." diyerek ısrara meydan bırakmadı.

Geriye kalan 5 gün serbest ama bir o kadar da huzur dolu geçti. Denizden ara verdikleri zamanlarda birlikte çevredeki yerleri keşfe çıktılar. Zamanları az olduğu için Saklı kente gidemediler ama Alanya ya gidip geldiler günü birlik. Side’nin girişinde bulunan antik Side tiyatrosuna girmeden önce hemen yanıbaşındaki ören yerinde hem özel bir sergi hem de açık müzedeki tarihi kalıntıları gezdiler. Ayşe, böyle yerleri gezerken hemen yanlarına konulmuş her bir açıklama metnini virgülüne kadar okumaktan zevk alırdı. burada da aynı şeyi yapıyordu. Hatta okudukları içinde ilginç bulduğu yazıları Gaye ve Hakan’a da bir daha sesli okumaya çalışıyor, dinlemediklerini anladığı anda fırçasını çekinmeden atıyordu. Her ne kadar "okuma yazmamız var sen kendine oku" deseler bile o inatla; "Aaa bak bi dinleyin ne yazmışlar" diyerek sesli okumaya devam ediyordu. Bir ara arkasına baktığında Gaye ve Hakan'ın yerini yaşları epey ilerlemiş yerli turistlerin almış olduğunu gördü. Tıpkı bir tur rehberi dinliyor gibi kendisini pür dikkat dinlediklerini görünce hem utandı hem şaşırdı Ayşe. Dinleyicileri kendisine teşekkür ediyor lütfen devam edin diyorlardı. Mecbur okumaya devam etti ama ara ara Gaye ve Hakan’ın bulunduğu yere bakarak sorarım ben size manasında kafasını sallıyordu. Gaye ve Hakan, Ayşe’den kurtulduklarına seviniyor uzaktan elleri ile ohhh canımıza değsin yapıyorlardı.

Okuma işi bitince o muhteşem anfi tiyatronun içine girdiler birlikte. Anfi tiyatroda epey eğlendiler. İki arkadaş mini bir doğaçlama sergilediler sahneyi bulmuşken. İkisinin de ortak tutkusu tiyatroydu. Turistlerin şaşkın bakışları karşısında hiç çekinmeden sürdürdüler sunumlarını. Hakan çılgın ablalarını tanıyor ve hallerine kahkahalarla gülüyordu. Antik tiyatroyu gezen turistlerde gülümseyerek fotoğrafladılar bu anları. Kısa gösterileri bitince, birlikte - görünürde bir avuç insana ama hayalli olarak hıncahınç dolu çılgınca - alkışlayan seyircilerine yerlere kadar eğilerek selamlarını verdiler. Sonra da taşlarda çınlayan kahkaha sesleriyle sahneden seyirci basamaklarına doğru ilerlediler. Gün batımını buradan izlemek istediler. En üst basamaktan manzara nefisti çünkü. Ama güneşin batışına daha vardı. Etrafta oyalanıp o anı mutlaka yakalamak üzere gezmeye devam ettiler. Sokakta canlı müzik yapan küçük bir gruba eşlik ettiler. Yerel el ürünleri satan küçük tezgahları dolaştılar. Sonra dönüp güneşin batışını izlediler anfi tiyatronun en üst basamağından. Üst basamaklar kendileri gibi o anı izlemek isteyen yerli yabancı turistlerle dolmuştu çoktan.


Kısacık bir tatil böylesine güzel ve huzurla geçti. Son gün pansiyonun sahibi karı koca onlardan ayrılmanın hüznü ile seneye tekrar gelin mutlaka diye ısrar ediyordu. Ayşe'nin gözü duvarda asılı duran heybeye takılmıştı. Kırmızı kök boyalarla elde yapılmış eski bir heybeyi ilk günden gözüne kestirmişti. Ne yapıp ne edip onu almak istiyordu. Önce para teklif etti, hatta açık arttırma bile yaptı. Ama dekora dahil olduğundan olmaz deyip durdular. Sonra şakayla karışık yalvarmaya başladı yeter ki o heybe onun olsun diye. Hiçbir fazla özelliği yoktu oysa. Oldukça koyu kırmızı desenleri olan kıl yünden elde yapılmış bu heybeyi almadan ayrılmak istemiyordu nedense. Pansiyonun sahibi, Ayşe’nin bu isteğini geri çevirmek istemiyor sadece yapabildiği kadar naz yapmaya çalışıyordu. Sonunda seneye de gelmeleri karşılığında duvardaki heybeyi alıp Ayşe ye verdi. Sakın bizi unutma bu heybeyi iyi sakla dedi. Küçük bir çocuk gibi gözlerinin içi güldü Ayşe’nin. Büyük bir hazine onun olmuşçasına sarıldı heybesine. Bir tatil de böyle bitmişti. Seneye tekrar giderler mi belli değildi. Ama Ayşe bu heybe sayesinde asla unutmadı bu tatilini. Aradan geçen 27 yıla rağmen o heybe hala Ayşe ile beraberdi işte. Ama duvara asılı değil. Ne zaman yatağının altındaki bazayı açsa o koyu kırmızı kök boyalı heybe hep oradan gülümseyerek ona bakmaktaydı. Her eskiyen şeyden vaz geçebilir belki ama bu heybe liğme liğme olup dökülünceye kadar hep onunla olacak burası kesindi. Şimdi ona bakarken Gaye'yi düşündü acaba bu heybeyi hatırlıyor mudur? Kimbilir?  dedi heybeyi yerine yavaşça bırakırken. 

#blogfırtınası

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder