Patrick Süskind diye
bir yazar Koku diye bir kitap yazmış vaktin birinde. Elinden kitap düşmeyen
bendenize aynı yerde çalıştığımız benim gibi kitap delisi arkadaşım;
-Sana bir kitap tavsiye etsem okur musun dedi?
-Adı ne? Kim yazmış? Klasik sorularını yönelttim sanki tüm okuduğum
kitapların yazar isimlerini çok iyi hatırlıyor muşum gibi. Bu bende önüne
geçemediğim bir kusur ne yazık ki yüzleri, konuları kolay unutmam ama yazar
isimlerini, hatta birkaç kez konuştuğum insanların isimlerini çok çabuk unuturum.
Sonra tekrar karşılaştığımda;
-Ay ben bunu bir yerden tanıyorum? Eee ismi neydi? Der kıvranırım.
Çok utanç verici bir durum. Utandım şimdi. :)
Efenim, arkadaşım kitap yanımda diyerek çantasından çıkarttı
verdi. Baktım incecik bir kitap, evirdim çevirdim okurum 2 güne biter dedim. Çaktırmadan
güldü kızcağız anlam veremedim. Genellikle kitabın rastgele sayfalarını açar
bir iki paragraf okurum. Hatta bazen direkt olarak sonunu okurum öyle karar
veririm. Bununda bir iki paragrafını okudum ve tamam dedim.
Benim karar verip okumaya başladığımda yaptığım ilk şey, ilk
sayfadaki basım yeri, yılı, kapak tasarımcısı, editörü, yayınevi, kaçıncı
baskısı, sonra önsöz. Bunları mutlaka okurum. Kitabın kalitesi hakkında çok iyi
fikir verir bana. Bir kitabın okunacak hale gelinceye kadar aldığı yolu özetler
adeta. Romanlarda önsöz fazla olmaz direkt olarak konuya girerler. Bu kitapta
var mıydı hatırlamıyorum. Bir parmak kalınlığında bir kitaptı. Başladım okumaya,
üç, beş, onbeş, yirmibeş derken sayfalar arasında yavaş yavaş boğulmaya başladığımı hissettim. İlk başlarda
kitabın kahramanı Jean-Baptiste Grenouille’nin
doğumu, çocukluğu zorlu yaşam mücadelesi anlatıldığından okuması kolaydı. Ne
zaman ki Fransa nın ünlü parfümcüsü ile yolları kesişti kitabın adı da devreye
girmiş oldu. Koku! kokuu, kokuuuu… Açıyorsun koku, çeviriyorsun koku,
kapatıyorsun koku… Bir yoldan gidip eve varacak sayfalar sürüyor yolun anlatımı.
Betimleme üstüne betimleme. Detay, detay Allahım boğulacağım bitsin şu yol da
varsın şu eve. Ne olacaksa olsun diyorum ama yok. Yol devam ediyor hala. Sonunda
karar veriyorum atlaya atlaya okuyayım. Paragrafın geneline kuşbakışı bakayım,
hızlı okuma tekniği yapayım aklım sıra diyorum ama daralıyorum. Kapatıyorum
kitabı kalkıyorum. Boş kaldığımda yine elime alıyorum belki o an sıkıldım şimdi
iyiyim devam edeyim diyorum ama yok yine aynı, yine aynı… Aneyyy bir de hava
attım 2 günde biter bu kitap dedim kıza. Şimdi ben bunu okuyamıyorum desem
rezil olmak var işin ucunda diyorum kendi kendime. Bir de sağ olsunlar incecik incecik küçücük yazı tipi seçip öyle basmışlar sayfaları. Öyleydi böyleydi derken
kimbilir kaç günde, haftada okudum bitirdim o bir parmak kalınlığındaki kitabı. inat ettim bir haddini bilmez kitap beni alt edemezdi. Kitap bitti ama ben de bittim. Her uzatılmış, yayılmış anlatımda “ben senin
diye başlayan övgüler düzdüm yazara. Ama bu durum yazarın hatası mıydı yoksa
çevirmenin miydi karar veremedim. Bazen ne yazık ki çevirmenler güzelim
kitapları böylesine katledebiliyorlardı. İyi de yayınevi, editör çevrildikten
sonra kitabı okuyup denetlememiş olabilirler mi? Yoksa böyle kalsın çok iyi
olmuş. Kitap kurdu olup okumakla kafayı hala yememiş olanlar bu kitabı okuyunca
kesin yemiş olurlar diye mi düşünmüşlerdir acaba?
Abarttığımı düşünüyorsanız
kitabı okumanızı tavsiye ederim. Yok okudum hiç de senin anlattığın gibi değil
diyorsanız aynı çevirmen çevirmemiştir eminim. Bu da tutmadıysa benim diyecek
sözüm yok. Kusur bende.
Efenim, kitabın
kahramanı Jean-Baptiste Grenouille denilen bu zat-ı enteresan insan sayesinde
her insanın parmak izi gibi bir kokusu olduğunu öğrendim. Yetmedi bitkilerden,
hayvanlardan kısacası kokusu özü çıkarılacak herşeyden nasıl güzel koku elde
edilebileceğini detayları ile öğrenmiş oldum. Damıtma, demleme, fermente vs
tekniklerini bir güzel anlatmış, üşenmemiş yazarımız. Sağ olsun öğrendim
hepsini. Sonunda kitabı bitirdiğimde inanamadım ve son sayfaları dönüp bir kez
daha okudum. Kitabı geri verdim ve bir daha bu kitabı görmek, duymak ve okumak
istemiyorum dedim kızcağıza. Kitap senin değil de benim olsaydı kesin liğme liğme eder, üstüne
alır sobada yakardım. O zamanlar soba yakıyorduk yıl 1987. İşte benim hiç
unutmadığım, unutamadığım, okurken nefret ettiğim ama yine de inatla okuyup
bitirdiğim tek kitap budur. Bundan başka da böyle nefret bir kitap okumadım. Hala en ayrıntısına kadar hatırlarım içinde yazanları.
KOKU Patrick Süskind… Sonra duydum ki filmi çekilmiş. Aman uzak olsun. Merak eden
varsa bana müracat edebilir, özet halinde anlatırım hayatınız kurtulur…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder