29 Aralık 2014 Pazartesi

VEDALAŞMADAN ÖNCE...

Yeni bir yıla 3 kala bu yazıyı yazmayı çok düşündüm. Bazı bölümleri defalarca zihnimde yazılıp durmuştu ama bunu buraya aktarma konusunda hep takılıp kalmıştım. Şimdi yeni yıla 3 kala yazmaya karar verdim. Bilmiyorum ne kadar anlaşılır olurum yazdıklarımla. Hoş kimse anlamasa da tamamen kendim için yazıyorum bu sefer. 

Geçen yıl aralık ayının son günü  31. GÜN / GİDERAYAK İÇİMDE KALMASIN... yazımda 2013 yılını uğurlayıp 2014 yılını karşılamak üzere yazmıştım. 2013 yılını hiç sevmediğimi, 2014 yılını ise geleceksen bunları göze alarak gel diye uyarmıştım. 

Ve şimdi... 2014 ü uğurlamaya 3 kala bu yazıyı yazıyorum. 

Sevgili 2014,

Gelişin elbette muhteşem olmadı. Ancak uyarılarımı duymuş olacaksın ki daha ilk aylarda bana yepyeni kapılar açtın. Benim kendi elimle isteyerek, tamamen iyi niyetle taktığım ataletlerimden kurtulmanın ilk adımlarını attırdın. 23 yıl önce kapının dışında bıraktığım beni bana yeniden buldurdun. Ve hep söylenen ama yüreğimle inanmadığım için yapmadığım bir şeyi bana giderayak mümkün kıldın. Benim için çok zor bir yıl oldu. Zirveden dibe iniş gibiydi. Ama tıpkı bir anka kuşu gibi küllerimden yeniden doğdum. Nefes aldığım müddetçe Rabbimin beni sevdiğini ve koruduğunu biliyorum. Ben hesabıma düşeni aldım. Bu süreçte çok göz yaşı döktüm. Çok uykusuz gecelerim oldu. Çok öfkelerim. Ve hep şunu söyledim; Affetmeyeceğim!... Asla affetmiyeceğim!...

Affet dediklerinde güldüm. Kolay mı öyle bir çırpıda affetmek dedim. Dilim söylese gönlüm kırık dedim. 

Her geçen gün daha bir güçlendim. Benim oğlumun adı Umut, kızımın ki Sevgi. Yıllar evvel sanki bu günleri düşünüp koymuşum gibi. Oğlum, kocaman yürekli, gözümün nuru umut oldu bana. Omuz oldu, sırt oldu yaslanacak. Elimi öyle bir tuttu ki yüreğim yükümle birlikte eridi. Oğlum, Allah'a sonsuz hamdüsenalar olsun seni bana verdiği için. Yolun yolumdur, yolun hep açık olsun. Ve kızım, gözümün yaşını yaşına katan kızım. Verdiği cesaret dolu sözleri ve yardımları sayesinde hep bir adım daha dedim. Bir anne kızdan ziyade dost olduk birbirimize. Kızım, Allah'a sonsuz hamdüsenalarımı senin içinde gönderiyorum her an. Yolun yolumdur, yolun hep açık olsun...

Zorlu günlerimde yanımda olan, kader birliği yaptığım Seher'im. 23 yıllık eltim, kardeşim, herşeyim. Sen bu dünyada tanıdığım kanatsız bir meleksin. Senin gibi bir eltiye sahip olduğum için Allah'ıma binlerce şükürler ediyorum. Yolun hep açık olsun. 

Ve bu süreçte gerek maddi, gerekse manevi destek veren sevgili dostlarım, ailem geç kalmadan sizlere de bir kez daha buradan teşekkür etmek istiyorum. Hayat yolumda bana eşlik ettiğiniz ve beni ben olduğum için sevdiğiniz için hepinize çok teşekkür ediyorum. İsimlerinizi tek tek yazmıyorum siz kendinizi biliyorsunuz zaten. 

Kelebek etkisinin canlı tanığı olarak hiçbir şeyin anlamsız ve boş olmadığını bir kez daha anladım. 
İnsanları karşılıksız ve çıkarsız sevdiğinizde mutlaka karşılığını alıyorsunuz. Ben hep karşılık beklemeden ve çıkarsızca sevdim. Elimden de başka türlüsü gelmezdi zaten.

Tanımadığım insanlara selamlar verdim hep yaptığım gibi ve mutlaka karşılık aldım verdiğim selamlara.  Ve yine tanımadığım insanlarla sohbetler yaptım zaman zaman. Çok güzel anlar biriktirdim. Hala güzel insanların olduğunu gördüm. 

Dil, din, ırk, cinsiyet, milliyet, yaş, durum ayırmadan çıkarsız arkadaşlıklar kurdum. 

Olesya mavi gözlü, dünya güzeli ressam arkadaşım. Aynı dili hiç konuşmadık ama aynı dili konuşanlardan daha iyi anlaştık. Bu deli kadını çok sevdin ben de seni... Yapabileceklerim arasında beni bir adım ileri götürdün cesaretlendirdin. Teşekkür ediyorum sevgili Olesya Lanevskaya. 

En karanlık anlarda hep bir ışık sızdı hayatıma. Tüm bunlara rağmen affetmedim. Ve affedebileceğime de inanmadım. Biliyorum bu yazdıklarımı onlar asla okumayacaklar. Asla haberleri olmayacak. Hiç önemi yok. Ben bunları tamamen kendim için yazıyorum.  Üstelik kim ne düşünür demeden. Olduğu gibi içimden geldiği gibi. 

Yeni yıl ile yeni yaşıma da gireceğim. 5 ocakta. Yarım asıra 1 kala Allah'a şükrederek. Bana kendimle ilgili fırsat sunduğu için. Anlama, kavrama ve kabullenme nasip ettiği için. Yüreğimi tekrar sevgi ile doldurduğu için. Kapı önünde bıraktığım beni bana geri gönderdiği için. Yarın için korkmak yerine cesaretle bu günü yaşamayı seçtirdiği için. Ve çok geç kalmadan, "ölüm sürprizi gelmeden sevgiye gitmeli insan (Hilmi Işıkören)" sözünün sihirli gücünü gösterdiği için. 

Ve şimdi diyorum ki; AFFETTİM! 

Hiç bilmeyecek olsanız bile sizleri AFFETTİM!... Artık özgürsünüz. Hayatımdan çıktığınız gibi ruhumdan da çıkarttım sizi. AFFETTİM!...  






27 Aralık 2014 Cumartesi

TÜM MİSKİNLER ADINA...

Alem bana hayran, ben sana be can! Kamyon sloganı gibi oldu başlık ama bir sebebi var cancağazım.

Mahallenin köpekleri ile muhabettimiz pek iyiydi yaz boyunca. Caddemizde boylu boyunca uzanıp yatıyorlar. Güneş nerede onlar o kaldırımdalar. Uysallar,miskin miskin pinekliyorlar çoğunluk. Bir hafta sonu Seher’e gitmek için evden  çıktık. Aynı cadde üzerindeyiz aramızda 5 sokak var. Gelirken asma yaprağı al dolma yapalım dediydi. Caddemizde şahane yaprak satan bir yer var tam önündeki geniş taşlıkta kirli beyaz tüyleri ile boylu boyunca uzanmış cinsini tam bilmediğim ama kangal köpeği boyutunda kulağı markalanmış bir can yatıyor. Yaklaşınca gözlerini açtı gözlerime baktı.

-Kuzuuuu, rahatmısın orada? Dedim sadece. Hemen anında Orhan Veli’yi andım.

“Uzanıp yatıvermişsin sere serpe, olmaz ki böyle de yatılmaz ki…”

Her ana, her duruma uyan bir şiiri var benim dilimde Orhan Veli’nin.

Neyse efendim bizim derya kuzusu iyice bir baktı gözlerimin içine ve ayağa kalktı. Maşallah belimi aşıyor boyu. Dükkandan içeri girdik, yaprağı aldık ve çıktık. Öylece bekliyor kapının dışında ayakta.

-Biz gidiyoruz sen zahmet etme, uzan tekrar. Dedim. Dedim de iki adımda başını karnıma dayadı. Başını sevdim, konuştum. Sen misin bunu yapan. Peşimizi bırakmıyor. Biz gidiyoruz, o da geliyor. Bir o kaldırım, bir bu kaldırım geçip duruyoruz Sevgi ile. O hep peşimizde.

-Dön geri canısı, diyorum. Ama ı ıhh.

Kızım;

-Anne ben senin muhabbetine başlıyacağım şimdi diyerek kolumu sıkıyor. Hızlı adımlarla kırtasiyeciye giriyoruz. Bizim derya kuzusu tam kırtasiyecinin kapısının önüne boylu boyunca uzanıyor. Ne gireni çıkartıyor ne de çıkmak isteyeni bırakıyor. Gözleri hala gözlerimin içinde. Ben gülmekten ölüyorum. Kızım hem gülüyor hem kızıyor bana, kaldık burada diye.

Bir ara başını çeviriyor, fırsat diyerek gerilere çekiliyoruz. Bekliyoruz biraz daha. Ayağa kalkıp bu sefer merdivenlere yatıyor. Önünden birileri geçerken hızlıca çıkıp kaçıyoruz.

Seher’e anlatıyor Sevgi;

-Annemin içindeki bu şey bir gün başımıza iş açacak, diye. 

Akşam geç vakitte hep birlikte ailecek eve geri dönerken bu sefer de siyah bir köpekle göz göze geliyorum.

-Akşam şeriflerin hayrolsun can! diyorum sesli biçimde. Film yine kopuyor. Caddenin bir ucundan diğer ucuna kadar kaldırım değiştirerek yürüyoruz karşılıklı. Oğlumla eşim halimize gülüyor. Kızım yine kolumu çimdikliyor. Ben kahkalarda… Cadde ortasında hiç utanmadan üstelik. 

Şimdi cadde de köpek gördük mü kızım sakın bakma diye kafamı tutuyor. Gözlerimin içine bakıp sadece bana bak diyor. Köpekleri sevmediğinden değil, sadece çok büyükler ve tam dibimizden yürümeye çalışıyorlar.

Geçen hafta Bolu’ya gittiğimde Hüsniye’nin evinin önünde durduk. Hüsniye arabadan indi ben de yanına gittim vedalaşmak için. Birden;

-Hüsniye buraya kadar geldim Paşa’yı görmeden gitmem beni ona götür dedim.

Paşa öyle güzel, öyle güzel ki anlatamam. Kangal tabiî ki. Köşeyi dönüp de;

-Paşaaaaa ben geldim... dememle nasıl bir ayağa kalktı görmelisiniz. Tellerin arkasından başını nasıl elime sürüyor. Patisini avucuma bırakıyor anlatamam. Unutmamış beni. Yalvarıyor beni çıkartın bburadan sarılayım diye. Makbuş kornaya basınca ayrıldık ancak. Boynunu bir büktü arkamdan içim yandı. 

                                                                 Hüsniye'nin Paşa'sı

İçimdeki bu şeyi evdeki aşkım Pia da çok iyi biliyor.

                                                 Bu da benim biricik aşkım PİA

Ona dün akşam seranadlar yapıyordum sadece dinliyordu. Ne zaman Karadeniz türkülerine geçtim zibidi bana eşlik etmeye başlamaz mı? Anlaşılan bizim Pia’nın içine Karadenizli insan kaçmış dedim.  

Bu sabah yağmur yağıyordu işe gelirken. Elimde şemsiyem işyerine doğru yürüyorum sanayi sitesinin içinde. Yağmurun altında ıslanmış, park etmiş bir arabanın egzosu ile ısınıyor çaktırmadan.  Kocaman üstelik. Durdum ve sadece;

-Gel! dedim. 

Döndü baktı. Ağır ağır geldi. paltomu kokladı. Girdi şemsiyemin altına yürüdük birlikte. Sonra ona;

-İşe yetişmem lazım ben hızlanacağım, sen şuradaki kafe'nin tentesinin altına gir daha fazla ıslanma dedim. 5 adım daha benimle geldi. Ben hızlandım o da kafenin tentesinin altına gitti. 

Kış geldi. Canları unutmayalım istedim. Kış ayazının başladığı şu günlerde sevgimize ve ilgimize daha fazla ihtiyaçları olacak. 

Sevgi ve muhabetle...         







26 Aralık 2014 Cuma

AKŞAM ÜZERİ...



Çay demledim akşamüzeri,
      
İki bardak doldurdum bir başıma...
    
Biri benim, biri senin için
      
Biliyorum yine soğutacaksın çayını,
        
Canın sağolsun yine demlerim.
          
Kısmetse bir gün sıcak içmek de nasip olur.
            
Kimbilir?
              
O zaman da belki çayı beğenmezsin.
                
Üzülmem...
                  
Bir bardak su içersin.
                    
Ardından hayır dua edersin,
                      
Ömrüm uzar yine çay demlerim...





20 Aralık 2014 Cumartesi

HİÇBİR ZAMAN...

Hani bir ara demiştim ya, oturken yazmalara dururken yazmalar eklendi. Dururken yazmalara yürürken yazmalar... Sırada uyurken yazmalar olursa şaşırmam diye. İşte nihayet o da oldu.

Her zaman başucumda birkaç kitabım, bir not defterlerim, kalemlerim bulunur.

Bu gece uykumun kimbilir hangi saatinde o uyku ile uyanık halinde kendimi fark ettimki sürekli yazıyorum, yazıyorum, yazıyorum... Uyandım, elimi karanlıkta deftere uzattım bir de kalem geldi elime. Kapkaranlık odada hatırladıklarımın bir kısmını yazdım. Pia kalemin kağıda sürtünme sesini duyup baş ucuma geldi yavaşça. Anneciğe bir şeyler olmuş diye eğildi kokladı. Burnunu burnuma değdirdi. Sonra kalemi dişlerinin arasına alıp gitti. Ben yine yazmaya devam ettim başımı yastığa koyup gözlerim kapalı... Bir sağa, bir sola döndüm. Öyküler yazdım, şiirler yazdım, mektuplar yazdım. Sabah uyandım bir bu kalmış elimde...

Sana hiç bir zaman okuyamacağın şiirler yazdım,
Hiç bir zaman göremeyeceğin resimler,
Hiç bir zaman duyamacağın şarkılar söyledim.
Ve sana hiç bir zaman bilmeyeceğin sevgimi verdim...

Hiç bir zaman silmeyeceğin göz yaşlarımı akıttım, 
Hiç bir zaman dokunmayacak elimi uzattım,
Sen umut dalında bir sevgi,
Karanlık gecelerin uzak yıldızı,
Aldığım ilk, verdiğim son nefesimsin...


Şimdi nerden böyle çoştum yine dalgalanıyorum halleri diye merak ediyorsunuz. Efendim 13 Aralığı, 14 Aralığa bağlayan gece 2014 yılının son gökyüzü şenliği vardı. Yıldız yağmurunu hiç gördünüz mü bilmem ama muhteşem oluyor. İstanbul gibi bir yerde böylesi bir güzelliği yakalamak neredeyse imkansızdır. Şehir ışıkları ancak güçlü yıldızların ışığını görmenize izin verir. Küçük yıldızları görmek için yerleşim yerlerinin biraz dışına çıkmanız gerekir. Ben bir gökyüzü sevdalısı olarak gündüz kadar geceye de sevdalıyımdır.



Bu son şenliği eşim pencere önü sigara içerken fark etmiş hemen gelip söyledi. (Bu arada belirteyim ilk kez sigara içmesine kızmadım.)  Ben de bir heyecan fırladım balkona. Ama yok böyle bir güzellik. Hemen kızımı aradım. Yatmış uyuyormuş kuzucuğum.

-Kalk kimseyi uyandırmadan pencereden dışarı bak, dedim.

-Anne korkutma beni ne oluyor dedi.

-Gökyüzüne bak ve bana ne gördüğünü söyle dedim.

Gitti baktı, fısıltı ile;

-Bulutlarrr dedi. Peki sen görüyorsun anneciğim gecenin bu saatinde? diye sordu biraz sitemli biraz meraklı.

-Yıldızları... Gökyüzü öylesine açık, öylesine berrak ki... Samanyolu tam üzerimizde. Sana şu kadar diyeyim benim "civcivli tavuk" yıldız kümesini bile görüyorum. Yani o kadar net. (Ben bu ismini seviyorum ama bazıları ona Ülker de diyor.)



İşte tam bu anda bir yıldız kaydı. Ben de ufak bir çığlık. Kızım;

-Anne dilek tut. diyor telefonun diğer ucundan. Ben dilek falan tutana kadar daldım gittim yıldızın peşinden. Kızımın sesi ile kendime geldim.

-Tuttun mu anne?

-Yok kızım ama sadece düşündüğüm bir kelime oldu. Sevgi...

-İyi anne ben yatmaya gidiyorum. Sen de balkonda çok fazla kalıp hastalanma dedi.

Hemen ardından Seher'i aradım.

-Yattın mı? diye sordum

-Henüz değil, hayrola gece gece? dedi.

-Terasa çık. Gökyüzüne bak anlarsın dedim.

Koşarak çıkmış. Beni aradı tekrar.

-Muhteşem güzel, tıpkı kandil gecesi gibi. Duaların kabul olduğu bir geceye benziyor. Dua edelim dedi.

Telefonu kapattık güzelliği seyrettik biraz daha.

Sonra internete girip baktım ki tam o gece gökyüzü şenliği varmış. Güzellikler diledim. Sevgiler, sevinçler, sağlık dolu günler. İnsanlık için huzur, barış, anlayış...

İşte benim bu çoştum yine dalgalanıyorum hallerim o gece kayan yıldızlardan. Sanırım içlerinden biri benim pek sevgili ilham perimdi. Bu yıl giderayak beni bulmak istemiş.

Peki şikayetçimiyim? Yoooo... Hazır uğramışken kaçırmayayım diye habire çay, kahve, kek, börek modunda besliyorum kendisini.  Espri bir yana sanırım o gece gökyüzünün açılan kapıları duaları geri çevirmedi.

Kimbilir belki sizin de bir duanız vardır ve o da gerçekleşmiştir. Muhabbetle kalın efendim... Görüşmek üzere...



Not: Bu son fotoğraftaki yazıyı ben yapmadım. Fotoğrafın kendisi bu şekildeydi bulduğumda. Denk geldi ben de paylaşayım istedim. Ne de olsa ismim var di mi ama :)))))


19 Aralık 2014 Cuma

SAKLI ZAMANLAR...







zaman yavaşça akan gözyaşlarında saklı,
sonbaharda düşen yaprakların altında.
sigaranın dumanında saklı
zaman son kez baktığın ve öyle bıraktığın gözlerinde saklı
ve zaman yüzdeki çizgilerde saklı...
  
hani ayrılırken son kez tutmuştun ya elini...
hani uzun uzun bakmıştın gözlerinin içine,
saçlarını koklamıştın ya hani,
kahretsin git artık demiştin ya gözyaşlarıyla...

zaman işte o gidişte saklı...


Minelse...



Öylesine bir şey..



An gelir susarsın…

Kelimeler kendilerine sessizlikte yol bulur
                                                                anlatır,

Karanfillerin en kırmızısı dile gelir tekrar tekrar çalan şarkılarda
                                                                                                        anlatır,

Gökyüzü üzerine düşen yağmur taneleriyle dokunur
                                                                                  anlatır,

Kar yağmış üşüyen ruhuna içindeki yangınlar
                                                                       anlatır,
susarsın...



Dualara açılır eller, dilin döner, nazın geçer Yaradan’ına
susmaz

                                                                                  anlatırsın…




15 Aralık 2014 Pazartesi

DÜNDEN SONRA YARINDAN ÖNCE DOĞUM GÜNÜM...


İlk blog açma kararımı tamamenatıyorum.com’un geçen yıl yapmış olduğu blog fırtınası ile karar vermiştim. Fırtınaya gönüllü katılarak elimden geldiği kadar yazıp kendimce tamamladım etkinliği. Sonra da bloğuma yazmaya devam ettim. 

Henüz çok çiçeği burnunda blogger iken 2 kez Bumerang’ın etkinliğine katılma fırsatı yakaladım. Güzel ve çok özel bir deneyim oldu bu etkinlikler. Başka blog yazarları ile tanıştım. Blog arkadaşlıkları kurdum. Bumerang’ın katıldığım etkinlikleri benim için gerçekten bulunmaz hazine değerindeydi. İlki yazar Ahmet Ümit ile söyleşi, diğeri  AliPoyrazoğlu ile FarkYaratan Birey etkinliğiydi. 

İyi ki blog açmışım diyorum şimdi. İçimden geldiği gibi, kelimelerin akışı doğrultusunda yazıyorum yazdıklarımı. Fazla iddalı değilim ve bloğum konusunda bir sürü eksiğimin olduğunun da farkındayım. Kesinlikle bir yazar değilim ama anladığınız üzere yazmayı okumak kadar seviyorum. Her hafta düzenli yazamasam bile içimden geldiği gibi yazıp istediğim gibi paylaşabiliyorum. 

Zaman zaman yazmakta zorlanıyorum her blog yazarının zorlandığı gibi. Böyle durumlarda panik olmadan tekrar yazana kadar bekliyorum. Yazdıklarım her ne kadar kendim için olsa da okumak için bloğumu ziyaret edenlere de okumaya değer şeyler yazmaya çalışıyorum. 

Bu kadar blog varken, bu kadar blog yazarı varken benim yazılarımı, bloğumu takibe alıp okumak isteyen sevgili okurlara çok teşekkür ediyorum. Yorumlarınızla, beğenilerinizle 1 yılımızı geride bıraktık. Tam 1 yıl önce açtığım bloğumun doğum günü  Aralık ayı.. Doğum günümde de beni yalnız bırakmadığınız için hepinize çok ama çok teşekkür ediyorum. 

Aklımın yettiğince, dilimin döndüğünce  yazacağım sanırım. 


Kısacası çekeceğiniz var benden şimdiden demedi demeyin... :)))) Sevgi ve muhabbetle... 


Kahve bahane sizlerle sohbet şahane ;) 

4 Aralık 2014 Perşembe

GECE, YAĞMUR VE BABAM...



Geçen akşam iş çıkışı ineceğim duraktan bir durak önce indim. İş çıkışı yerleri kuru görünce şemsiyemi yanıma almamıştım. Oysa şimdi yağmur çok şiddetli olmasa da ince ince yağıyordu.  Üstelik epeyde acıkmıştım. Buna rağmen eve gitmek yerine aşağı mahalledeki evcil hayvan ürünleri dükkânına kedime mama almaya gittim. Son mamasını bu akşam verecektim yarın evden çıkarken verebileceğim maması kalmayacaktı. Hem sorumluluk hem de zorunluluk ama daha çok onun gözlerindeki sevgi muhabbet...

Evcil hayvan ürünleri satan dükkân sahibi ile kısa bir sohbetten sonra kuru mama ve yaş mamaları alıp çıktım tekrar sokağa. (Biliyorum adı patshop ama sevmiyorum söylemeyi ) 

Geldiğim yolu geri yürüyerek oradan eve yönelecektim. Elimde mama poşeti, omzumda kendi çantam ağır ağır yol aldım. Ana caddeye çıkınca sokak lambalarının ve araba farlarının etkisi ile gözüm yağmurun ve gecenin etkisi ile ayna gibi parlayan simsiyah asfalta takıldı. Yağmurun her bir damlası ıslak asfaltın üzerine düştüğünde minik bir geri sıçrama ile aynı anda yitip giden minik halkalar oluşturmaktaydı mütemadiyen. Elimdeki poşet çok ağır olmamakla birlikte kolumu aşağı çekiyordu. Adımlarım ağır ve tempolu... Acele etmeden kararlı bir yürüyüş... 

Birden babamı hatırlattı içinde yaşadığım o an. Ansızın babam oluverdim kendimden geçip. Elimdeki kedi maması poşet yine birden omuzda taşınan meyve sandığına dönüştü. Yağmur yine aynı yağmurdu, adımlar aynı ağır atılan adımlar, acele etmeden kararlı yürüyüşte... Tek farkla bir de balık olsam rakı şişesinde durumu... 

Balık olmuş durumda olurdu mutlaka her gece. Buna rağmen ne evin yolunu unutur, ne omzundaki meyve sandığını, ne elindeki anahtarın hangi kapıyı açacağını... Düşer o yağmurun biriktirdiği sulara, çamurlanır üstü başı, bazen de kanar elleri, kaşı, burnu... Ama yine eve gelir o meyve sandığı... Bazen pide olur, bazen lahmacun sandık yerine elinde getirdiği poşette. Yaz aylarında değil de nedense kış aylarında daha çok içim sızlar babam olurum sokaklarda böyle ansızın. 



Yalnızlığını yaşarım, öksüzlüğünü... Sevgi dolu kalbini görürüm gecenin en karanlık köşesinde. Babamın balıklığı adam gibiydi. Kendinden başka kimseyi incitmeyen bir balık olurdu o. 

Çok ender zamanlarda sohbet arasında öksüzlüğünü anlattırırdık. Her anlatışının sonu gözyaşları ile biterdi. Babalarda ağlarmış o zaman anlardık. 15 gün arayla kucağında vefat eden anne ve babasını, sabaha kadar kardeşleri ile beklediğini anlatırdı. Sonra dağılmışlar her biri bir akrabanın yanına. Yetimliğini anlatırdı. Bir gün onu çok zorladığımda bana "ben başka türlüsünü bilmem kızım" demişti. "Ben ailemle büyümedim ki... Anne baba nasıl davranır öğrenmedim ki... Ben içimden geldiği gibi babayım" demişti. 

O zaman anladım... Gözlerindeki yaşlar sorularıma çoktan cevap olmuştu.

Babalarda ağlar, babalar da öksüz kalır, yetim kalır, boynu bükük kalır... Çocuktum belki ama anladım. 

Hastalanana kadar balık olmaya devam etti. İş çıkışında aynı minibüse, otobüse denk geldiğimizde ben önde o arkada oturduk konuşmadan sessizce. Ayrı kapılardan bindik, ayrı kapılardan indik birlikte. Biliyordu çünkü neye kızdığımı, balık olmasına değil sadece en çok sağlığının gitmekte olduğuna kızardım. Yüzümün asıklığından sezerdi hemen. 

Oysa henüz çok küçükken onun koluna giremesem de elini tutup birlikte eve giderdik gecenin geç vakitlerinde. Onun balık olmuş ayaklarının her tökezlenmesinde çekerdi elim elini düşmesin diye. Öğlen saati ağaç altı sohbetlerimizde konuştururdu beni, bıkmadan dinlerdi gözlerimin içine bakarak sigarası elinde. Bense bıcır bıcır her daim. Akşam müşteriler gelene kadar sandalyeleri tren yapıp oynamalarla, babam yokken dükkanı beklemekle, duvarlardaki ve tavandaki kurutulmuş deniz mahsüllerinin seyrini yapa yapa günü akşam ederdim.. İlk müşterilerle birlikte yerim arka tarafta kasanın başıydı. Ne bir bardak taşıtırdı ne bir kaşık çatal. Sadece mutfağa onun yanına giderdim. Bir yandan yemek yapar, sipariş tabaklarını hazırlar bir yandan usul usul yüzerdi sığ sularda. Anason kokulu akşamlar bazen sesi güzel birinin söylediği hicaz makamı ile hüzünlenirdi. Asla nara attırmazdı, onlarda atmazdı benim olduğumu bildiklerinden. Sohbet havasında demlenmeceler. Müşterileri de kendine benzerdi. Adam gibi çıkmayanı almazdı bir sonraki seferde.

Son vakitlerde son kalanları üslubunca gönderirdi kahkalar eşliğinde. Bulaşıklar akıtılmış, çöpler toparlanmış, sandalyeler masalara kalkmış, ışıkları kapatılıp kapıyı kilitlerdik birlikte... Yaz günlerinin geceleri... Kış geceleri ben yoktum. Ancak geldiğimde anlatırlardı yaşanılanları. Ara dönem tatillerinde görürdüm bir de.

Bazı yaz sabahlarında birlikte balığa çıkardık. Marmara'nın balıklarına inat balıkçılardan alırdık tutamadığımız balıkları dükkana dönerken. 

Denizi babam sevdirdi, baba kız balığa çıkarak, toprağı babam sevdirdi ağaçların altında sohbetler ederken. Deniz kenarından topladığı minik minareler, kabuklar ile bizi birşeyler yapmaya ilk o heveslendirdi. İçimizdeki okuma sevdası onun sevdasından kaynaklandı hep. Kendisi ancak asker ocağında öğrenebilmiş okur yazarlığı. Yazılarını el yazısı ile yazardı özenerek. Kitap alacağım para verir misin dediğimde asla hayır demezdi. Akşam gelince mutlaka sorardı hangi kitabı aldın diye. Ne başı açıklığıma karıştı ne kapandığıma... İlk kez kendi başıma elbise ve ayakkabı almak için ondan para istediğimde hayır demedi. Sen ne zaman büyüdün demedi. Sadece;

-Aldıkları getir bakalım, dedi. 

Elbiseye baktı önce sonra ayakkabılarıma.

-Tamam, dedi. Sen ne alacağını biliyorsun. Bundan sonra hep kendin al.

-Nerden anladın? dedim. 

-Ayakkabının topuklarından, dedi. 


Bir gece karanlığı, sokak lambalarının aydınlattığı caddenin ıslak asfaltına düşen yağmur damlalarının ahengli sıçramaları, elimdeki mama poşeti beni babama götürdü. İçim ısındı, başım yandı. Başımı açtım yağmur saçlarıma düştü, yanaklarıma düştü...

Yattığın toprak sana cennet bahçesi olsun babam...








Islak sokaklar mevsimindeyiz artık…
Bu kalabalık şehre hüzün yağar bu zamanlar…
Yalnızlık yağar caddelerine…
Darmadağın saçlar, ıslanmış yüzler hep yere bakar…
Kahveleri bile dert yüklenir…

Çayları daha bir demli…
Unutulan sevgililer hatırlanır veya sevgililer unutulmaya çalışılır…

Bu mevsimde vitrinleri az sulu rakı gibidir bu şehrin…
Her adımın yalnızlığa uzanır….
Yine de hızlı adımlar atılır, koşulur bu sokaklarda…
Herkes kendi türküsünü söyler yüzünü buruşturarak,

Herkes kendi hikayesini en acıklı sanır…

ABDULLAH ÖZDOĞAN