26 Eylül 2016 Pazartesi

SİZCE NE KADAR ÖNEMLİ?

Uzunnnn bir aradan sonra nihayet yine buradayım. Sanırım blog yazarlığı tembelliğine yakalandım.
Bu süreçte elbette yazılar yazdım, şiirler yazdım ama nerede diye sorarsanız bazıları defterde bazıları anın içinde zihinde yazıldı. Bir türlü elim varıp da bloguma aktaramadım. Nihayet bir gayret geldi ve deftere yazdığım son yazımı buraya aktarmaya kalkıştım. Eh lafı fazla uzatmadan yazımızı yazalım artık değil mi? Fırından yeni çıkmış ekmek tadında bir okuma olması umuduyla buyurun efendim.

Çocuk eğitimini sadece ailede, okulda almaz çevreden de eğitimini alır. Bunu zaten biliyoruz diyorsunuz eminim. Ancak ne kadar farkındayız ve bilincindeyiz bunu konuşalım isterseniz.

Kendi çocuklarımızın eğitimi ve yetiştirilmesi kadar - bir dereceye kadar!- diğer çocuklardan da sorumluyuz. Çocukların ve gençlerin olumlu örnekleri ve olumlu uyarıları aile ve okuldan sonra çevreden de almaya ihtiyaçları olduğu red edilemez. Bu durumda aile ve okula iş düştüğü gibi toplumun diğer yetişkinlerine de çok iş düşmekte. Sabır, hoşgörü, olumlu ve yapıcı eleştiriler, beğeni ve takdir edilme, rol model olma bu sorumluluklardan ilk aklıma gelenler. Örnekler çoğaltılır ama bana göre en önde bunlar olmalı diye düşünüyorum. Yaş gruplarına göre hassasiyetin derecesini ayarlamak gerekse de genel olarak çocuk. ergen ve gençlere karşı bu bilinçte yaklaşmak onları kazanım açısından oldukça önem taşımakta. Ailesi vermemiş, okul verememiş ben mi vereceğim demek en kolay yol elbette sorumluluktan kurtulmak adına. Yinede bir toplumun sağlıklı nesillerle devamını sağlamak o toplumun tüm yetişkinlerinin sorumluluğu olmalıdır. 

Ancakkkk sınırları ve üslubu çok çok dikkatli çizmek ve uygulamak önemli iletişim kurarken. Geldiğimiz bu çağ ve yaşadığımız bu zamanda bu ince ayarı tıpkı bir mühendis gibi iyi düşünüp uygulamak gerekli. 

Peki hepimiz şimdi mühendis mi olacağız? Nasıl olacağız? O kadar basit mi bu iş? Elbette değil. Buna rağmen olaya bu gözle bakmamız gerekiyor diyorum. Bu bilinçle hareket ettiğimiz zaman her zaman olmasa da çoğunlukla istenilen hedefe varmak açısından bir şansımız oluyor. 

Ben bunu sık sık yaşıyorum. Üstelik hemen her yerde bu durumlarla karşılaşabiliyorum. Lafı uzatmadan  en son örneğimi anlatayım size. 

Toplu taşıma araçlarını kullandığım için aslında şanslı olduğumu düşünüyorum. Çünkü çok fazla gözlem yapma imkanım oluyor. Geçenlerde yine otobüsle Anadolu yakasından Avrupa yakasına yol alırken otobüste oturarak gitme imkanı buldum. Yanımda benden biraz daha genç bir kadın oturmakta hemen arkamızda ise yüzlerini ve tiplerini görmediğim ancak oldukça genç olduklarını konuşmalarından tahmin ettiğim iki delikanlı oturmaktaydı. Oldukça yüksek sesle konuşmaları ve zaman zaman gülmeleri beni bile bir ara rahatsız etti. Çünkü hemen hemen ensemde idiler. Hatta bir ara telefonla konuşurken karşımdaki kişinin ne dediğini bile anlayamadım. Yanımdaki kadın ise hiç tepki vermiyor sürekli camdan dışarı bakıyordu. Ben de kulaklığımı çıkartıp müzik dinleyerek çözüm bulmaya çalıştım. Tam dinlemeye başlamıştım ki yanımda oturan kadın arkaya dönüp bir şeyler söyledi sonrada da bana bakıp bir şeyler söyledi. Kulaklığımı çıkartıp "efendim anlamadım?" dedim. Kadın;

-"Böyle terbiyesizlik mi olur? İnsan az biraz terbiyeli olur. Bu ne böyle?" dedi. Arkadaki gençleri işaret ederek. Gençler seslerinin tonunu biraz düşürdüler. Ben de arkaya dönüp daha yumuşak bir ses tonu ile;

-"Biraz daha dikkat ederseniz çok sevinirim" dedim. O zaman gördüm ancak yüzlerini. Henüz 17, 18 yaşlarındalar bilemedin 19,  ki pek zannetmem. Kadın söylenmeye devam etti. 

-"Nasıl aile terbiyesi bu böyle. Hiç mi ailelerinden öğrenmediler..." falan filan... Ben de o zaman kadına tebessüm ederek baktım ve yine sakin bir şekilde; 

-"Çocuk eğitimini sadece aileden, okuldan almaz çevreden de eğitimini alır. Şimdi siz uyarınızla bu görevinizi yerine getirdiniz." dedim. Kadın önce şaşırdı sonra anlamaya çalıştı. Sonra yine konuştu;

-"Benim de iki çocuğum var ama henüz bu yaşlarda değiller ancak bu yaşlara geldiklerinde bunlar gibi olurlarsa ben kafayı yerim herhalde" dedi. Ben de; 

-"Benim de iki tane var biri 23, diğeri 20 yaşında. Merak etmeyin kafayı yemiyorsunuz. Gençler böyle böyle yollarını buluyorlar. Birileri öğüt veriyor, birileri takdir ediyor, birileri uyarıyor, birileri kınıyor. Sonunda törpüleniyorlar ve doğruyu buluyorlar. Onlar genç ve heyecanlılar. Kötü bir şey konuşmuyorlar, Sadece yüksek seslerinin seviyesini ayarlayamıyorlar. Şimdi sizin uyarınızla toplum içinde ses tonlarına dikkat etmeleri gerektiğini öğrenme imkanı yakaladılar. Bir başka zaman yine uyarıldıklarında biraz daha kalıcı törpüleneceklerdir eminim" dedim.

Kadın hala suratıma bakıp anlamaya çalışıyordu. İşte tam da bu sırada beynimde yeni ışıklar çakmaya başladı. Kocaman neonlarla şu yazdı İLETİŞİM!

Yaklaşmakta olduğumuz durakta kadın indi ben cam kenarına yanaştım ayakta duran bir başka kadın yanıma oturdu. Arkamızdaki gençler biraz daha alçaltılmış ancak yine de yüksek sesle hararetli konuşmalarına devam ettiler. Ben de defterimi çıkartıp yazmaya başladım.


İLETİŞİM:

İletişimin en alt! seviyelere indiği bu çağda doğru iletişimi kurmak artık mühendislik alanına girmek üzere kanımca. Yanlış okumadınız iletişimin en alt seviyesi. Oysa içinde bulunduğumuz bu çağda en fazla, en yüksek imkanlarda olan iletişim seviye olarak en altta nasıl olur? Açalım mı bu konuyu ne dersiniz?

Sanal iletişimler gerçek iletişimleri unutturmak üzere mi yoksa gerçekten unutturdu mu? Kısa anlık yazışmalar, karşılıklı kısa yorumlar, kişilerin anlama yeteneğine bağlı olarak sürdürülmekte. Karşılıklı sözlü iletişim yok, beden dili yok,  jest mimik yok, samimiyet yok. Hatta cümle kurmak bile yok. Emoji yani semboller konuşmak ve anlaşma var artık. asdfsdfsdfsdf gibi kahkalar var örneğin.  Tamam eski usül mektup dönemine dönelim demiyorum - o tamamen nostalji olmuş durumda artık- kaldı ki genç nesil nasıl mektup yazılır çok da bilmiyor. Kimsenin zamanı kalmadı uzun mektup yazmaya. İki saniye de kısa mesaj hatta emoji göndermek varken. İyi de tüm bunlar duygularımızı, düşüncelerimizi ne derece tam olarak ifade ediyor. Ya da karşı taraf anlatılmak isteneni ne kadar doğru anlıyor? Gençlere sorarsak "biz anlıyoruz ve anlatıyoruz" yanıtını alırız buna eminim ancak beni çok ikna edemezler yine de. Biraz eski kafalıyız ne de olsa. Mektup devrinin çocuklarıyız. 

Yazılı iletişim malesef bu durumda da sözlü iletişim yani telefonla iletişim ne derece gerçek ve samimi? Ne derece anlaşılır ve anlatılır durumda? Yazılı iletişime göre bir tık önde bana göre. En azından ses tonuna göre ek bir yorum imkanı var dinlediklerini yorumlama ve anlama açısından. Ama ne derece tartışılır. En sağlıklı iletişim karşılıklı olan elbette ancak burada da en önemli etken devreye giriyor. Dinleme sanatı! O da sabır, zaman ayırma, anlamaya çalışma, hoşgörü vs. vs. etkenlerine bağlı bir iletişim yöntemi. 

Ne kadar sabırsız olduk farkındayız değil mi? Hep zamanımız kısıtlı, dar zamanların insanlarıyız hepimiz nedense. Hep anlayışı biz gösterdik, biz anlamaya çabaladık. Artık biz anlatan olacağız, biraz da biz anlaşılır olalım di mi ama? Biraz da başkaları hoşgörülü olsun canım... İşte bu moddayız dinleme sanatında. Bu yüzden de mümkünse en kestirme iletişim yolu bize en uygun olanı diyerek iletişimin sanal olanında debelenip duruyoruz. Şöyle bir bakalım içimize ne kadar doluyuz ve ne kadar yalnızız aslında. 

Artık genç nesil, orta nesil, yaşlı nesil iletişim konusunda birbirlerinden farkı kalmamış görünüyor. Karşılıklı konuşurken kimse uzun cümleleri dinlemez, uzun mesajlar okunmaz olmuş durumda.

Anlaşılır olmak, anlaşmak, anlaşabilmek bireyin sağlıklı ilişkiler kurması, olumlu yönde yaşamını sürdürmesi, sağlıklı ruh hali demektir ki bu da toplumu yakından ilgilendirir. İletişimi doğru kurarsak nelerin ortadan kalkacağını uzun uzun anlatmama gerek yok diye düşünüyorum. Şimdi düşünme ve anlama zamanı. Kendimizi, çevremizi, gençleri, yaşlıları hatta çocukları özellikle çocukları anlamak için düşünme zamanı. İletişimi doğru kurmanın gerekliliğini anlama zamanı...

Şimdilik benden bu kadar. 
http://www.nedir.com/emoji



Bir sonraki buluşmaya kadar sevgiyle kalın hoş kalın... 


https://pbs.twimg.com/media/BZiAbnSIgAAdskI.png


7 Ocak 2016 Perşembe

BUNDAN SONRA KİM TUTAR BENİ...


Yaşadığım en ilginç olayı anlatarak başlıyayım yazıma istedim.

Salı günü dışarı çıktığımda otobüse binmek durumunda kaldım. Akbil (istanbul toplu taşıma kartı). Eeeee? diyorsunuz değil mi? Bu kartı bastığımızda dijital olarak farklı farklı diditlemelerle ses çıkarır bizim otobüslerimizde. Sadece -yetersiz bakiye deme özelliğine sahiptir makina. Yetersiz bakiye sözünü duyduğunuzda bir anda kendinizi morarmış halde bulursunuz. Otobüs hareket etmişse başlarsınız dilenciliğe... Fazla akbili olan? Akbilinizi kullanabilir miyim acaba? gibi. Var olan vermek istemez, olmayan verememenin sıkıntısını duyar. Benimde çok az bir basımlık diye belirtmek ihtiyacı duyar. Ama çoğunlukla bir iki kişi çıkar kendi akbilini uzatır size. Sizde bir basımlık parayı uzatırsınız karşılığında. Bazısı alçakgönüllükle parayı almaz, kimisi de utanır almaz. Ama çoğunlukla alınır o para. Bu durumları toplu taşıma araçlarını kullanan biri olarak sık sık yaşadığımdan çok iyi biliyorum. Ben çoğunlukla öğrencilerden uzatılan parayı almam. Öğrencinin zaten kısıtlıdır parası varsın benim katkım olsun isterim. Bazen de benden almazlar ısrarla veririm. Şimdi ben de öğrenci olduğumdan indirimli kullanıyorum. Bu yüzden kolay kolay -yetersiz bakiye diyemiyor bana. 

İşte dün tam otobüse binip akbili cihaza dokundurdum ki cihazdan gelen boğuk kadın sesi birşeyler söyledi. Ben bir panik, -Ne diyon len sen diye sadece kendimin duyacağı şekilde mırıldandım. Bir yandan da -Eyvah yandım şimdi, nereden bulurum akbil dolum noktası? diye saliseler içinde düşüncelere daldım. Otobüs hem kalabalık uğultulu hem de ses boğuk geldiğinden ben anlayana kadar sustu haspam. -Haydaaa diyerek cihaza eğilip baktım bakiye mi yetersiz geldi? çekmedi mi? ineyim mi? derken gözlerim faltaşı gibi açık, gerilmiş bir halde yazanı okuyorum.

"Doğum gününüz kutlu olsun." altında 1.10 krş. yazıyor. O an anladım boğuk sesli kadın doğum günümü kutluyormuş meğer. Ay ben bir hoş oldum o faltaşı gibi açılan gözlerimin yerini şebek gibi gülümseyen ağzım aldı anında. Arkamı döndüm yürümeye başladım. Başkaları duymuşmudur acaba diye içimden geçse de yayvan yayvan  gülümseyerek geriye doğru ilerledim.  Farkında olmadan bir öğrencinin tepesinde dikilmişim, genç kalkıp yer vermeye yeltenince omzuna dokunup zahmet etme dedim. Bulutlardayım ya yol boyunca hem gülümsedim hem daldım gittim. Allahtan kısa mesafede indim. Sonra aklıma geldi madem doğum günümü kutluyorsun ey akbil bir güzellik yapıp niye yolculuk ücretini "bu da bizden sana hediye" diye almamazlık yapmazsın diye sitem ettim. Yaptınız bir hayır devamını getirin değil mi yani? 

Sonra bankaya uğrayıp kartıma para yükledim. Ay o da ne kartı taktım ekrana tüm banka çalışanlarının temsili resmi topluca gelmez mi? Benim doğum günümü kutlar halde doğum "günün kutlu olsun" yazısı üstte bana jest yapıyorlar. Heee dedim bir siz kalmıştınız zaten. Paramı yatırdım, kartımı aldım. Eee madem öyle insan küçük bir bonus puan vermez mi hediye olarak ey bizi her durumda şu parası bu parası diyerek kırpıp duran banka dedim içimden. Hoş kaşıkla verse kepçe ile zaten çıkardığından vermediğine şükrettim neredeyse. Bu kutlama pek sevimli gelmedi açıkçası. Sonra dönüp evime geldim. 

Sonra da telefon edenler, mesaj bırakanlar, facebook hesabımdan güzel kutlama mesajları gönderenleri gördükçe mutlu oldum. Eh ne de olsa 50. yaşımızı hayırlısı ile tamamlıyorduk. 
Ne mi yaptım bu yıl? En önemlisinden başlayayım bu yıl yeniden öğrenci oldum. Üniversite sınavına girip gayet başarılı bir biçimde sınavı kazandım. Çalışmaya devam ettiğim için mecbur açıköğretim Sosyoloji öğrencisi olmayı tercih ettim. Şu yeni film Nadide Hayat filmindeki gibi örgün öğretime gitmeyi inanın ben de çok istiyordum. Kısmet artık diyorum. (bu arada filmi hala izleyemedim. En kısa zamanda izleyeceğim mutlaka) İkinci önemli şey kilo verdim tam 10 kilo fazlalığımdan kurtuldum. Darısı vermek isteyenlerin başına. Yeni insanlar tanıyıp, yeni bir iş deneyimleme imkanı buldum. Sınırlı ve sayılı da olsa seyahat etme imkanı buldum. Yıllardır görmediğim arkadaşım Esin ile buluştuk. Benim için yine çok kıymetli olan Şenay'ımla 33 yıl sonra birbirimizi bulabildik, telefonla da olsa sesimizi duyabildik. Bunlar hızlıca aklıma gelenler. Bir de gözümle ilgili sıkıntı yaşadım bu yıl. Stres sonucu retina altına sıvı sızıntısı oluştu. Tedavi hala devam ediyor. İnşallah güzel sonuç alırız. Bundan da ders çıkardım elbette. 

Bu yıl biraz daha attım üstümdeki yükleri. O yükler ki çoğu kendi iyi niyetim sonucu üstüme yüklediklerimdi. Bu yıl hiç olmadığım kadar çocuk oldum. Bol bol şarkı söyledim, dans ettim, şiirler yazdım, hiç tanımadığım insanlara selam vermeye devam ettim. Bol bol sesli kahkalar attım. Yeni kitaplar okudum. Hayaller kurdum korkusuzca. Ama en önemlisi elalem diye nitelediklerimizi  kapımın dışına attım. Benim için artık bir önemleri yok. 

Eh bundan sonrada  çocuk kalmaya kararlıyım. Kimse kusuruma bakmasın büyümeye de hiç niyetim yok. Ben öyle ağır, hanım hanımcık, oturaklı yaşlı teyze olamayacağım. Şunun şurasında kalan ömrümü ertelediklerimi yapmaya ayırmak istiyorum imkanlar dahilinde. Şükürle uykuya dalıp şükürle uyanmanın huzurunu yaşamak istiyorum ömrüm oldukça.

Her ne kadar bol bol kırılsamda, bol bol incinsem de içimdeki sevgiyi bitiremeyecekler. Çünkü hala sevmeye değer, saygıya değer insanlar var hayatımda ve yaşamda. Bu yaşıma kadar elediklerimden hariç kalanlar ve bundan sonra hayatıma yeni katılacaklar olanlar için sevgim yeter diyorum. 

Bir kez daha hayatıma değer katanlara iyi ki yollarımız kesişmiş, iyi ki ellerimiz birbirine dokunmuş, iyi ki yüreklerimiz buluşmuş diyorum. Hepinize önce sağlık sonra huzur, mutluluk, bereket dolu uzun ömürler diliyorum. 

Kucak dolusu sevgiler...