9 Mart 2014 Pazar

ÇİLE Mİ? ÇİLEM Mİ?

Bu gün 8 Mart Kadınlar günü imiş! Tüm hafta yoğun atölye çalışmasından günleri, tarihleri takip edemez oldum. Bu gün de sabahtan akşama soğuğa ve yağmura rağmen dışarıda olduğumdan ancak bir kaç saattir kimin ne paylaştığını, yazdığını görebildim. Meğer beklenen gün bu günmüş...

Ben böyle günleri bilhassa kutlamıyorum. Çünkü kutlanacak bir gün değil bana göre ve pek çok benim gibi düşünenlere göre. Kutlama denince aklıma parti, eğlence, organizasyon falan geliyor. Ki 8 Mart Dünya Kadınlar günü ve bunun gibi günlerin kutlaması bu havada yapıldığından bu çağrışımın akla gelmesi gayet normal. Oysa Dünya Kadınlar Günü ÇALIŞTAY HAFTASI, Dünya Kadınlar Günü DAYANIŞMASI, Dünya Kadınlar Günü HAKLARIN İYİLEŞTİRİLMESİ günü olarak ele alınmış olmasını tercih ederdim. Kuru kuru laflarla yapılan kutlamanın palyaço gösterisinden bir farkı yok. Maskelerini takıp, palyaço gibi boyanmış birileri kalkıyor bir iki kuru laf edip, yazıp çiziyor sonra kadınlar gününüz kutlu olsun ey kadınlar, siz olmasanız biz ne yapardık, siz bizim herşeyimizsiniz! diyerek vicdanlarını rahatlatıyor bizim de ağzımıza bir parmak bal çalarak günü kurtarıyor. Oh ne ala mualla derim ben buna... Kusura kalmayın almayayım ben bu günü. Ben size dün tanıdığım bir kadını anlatayım siz ister alın ister almayın ya da ne isterseniz onu alın...


ÇİLEM...

Sessiz, buruk gülümsemesi ile Türkan Şoray'ın filmlerinden çıkmış biri gibiydi. Kollarını kavuşturmuş hali tüm insanlara, yaşanmışlıklara, yaşanacaklara karşı kendini korumak istercesine sımsıkıydı. Bir an kollarını açmak zorunda kalır kalmaz hemen ardından yeniden kavuşturuyordu sıkıca. Önce o sordu bana;

-Kaç çocuğun var? diye

-2, biri oğlan biri kız. Oğlum üniversitede 21 yaşında kızım üniversiteye hazırlanıyor 17 yaşında...

-Senin var mı?

-2 tane. İkisi de erkek. Büyük 32 yaşında küçük 28...

-Anam sen ben den büyük müsün ki? dedim.

-45 yaşındayım! yanıtı aldım. Şaşkın gözlerim faltaşı gibi açılmış;

-Kaç yaşında evlendin ki gülüm? dedim

-13!

Sustum... Yutkundum... 13 yaşındaki bir çocuğun kocaya kaçacak hali yok. Bir kadın, bir anne, zamanında çocuk, genç olan biriyim nihayetinde.

-Nasıl oldu? Yani nasıl verdiler seni 13 yaşında? diye sordum utanarak. Sanki ben vermişim gibi. 13 yaşını düşününce kendimin ve kızımın. Bebek gibi, bir yudum nefes gibi sarıp sarılacak saklanacak bir yaş bana göre.

-Babam yoktu benim, 13 yaşında ilk kez adet oldum ardından Ağrı'ya gezmeye gittik. Batı Karadeniz S... luyuz. Düğün, dernek yapıldı. Bana masal, oyun gibi geldi. Sanki başkasının düğünü, ben de eğleniyorum orada. Sonra annem; "Biz dönüyoruz, sen artık burada kalacaksın! Bu kocan, bu kaynanan, bu kaynatan, görümcelerin, kayınların bunlar senin ailen!!! " dedi ve beni bırakıp döndüler.

Sustu... Sustum... Hayal etmeye çalıştım o anı. Olmadı... Hayalim almadı.

-İki oğlum da evli. Ağrı'dan çıkıp R... taşındık. Büyük oğlum gelip beni aldı. 3 ay akıl hastanesinde yattım, elektro şok tedavisi bile yaptılar. Sonra bir küçük ev tuttu bana. Bıraktım kocayı, ama nikahımı vermedi. Boşamadı. İlaçları içip içip yatıyordum evde. Ruh gibi. Dışarıda bir hayat varmış, insanlar varmış, bir şeyler oluyormuş... Ben hep yatıyordum. Sonra bir kadın geldi beni buldu, tuttu ve dışarı çıkardı. Benimle birlikte, bana cesaret vererek nasıl kendi paramı kazanacağımı öğretti. Beraber gittik kumaşlar aldık, pantolonlar aldık, kestik, tasarladık, onun makinasında diktik. Kah kapı önünde, kah pazarlarda sattık. Yaşadığıımı gördüm. Ayaklarımın üzerinde durabilme cesaretini yakaladım. 32 yıl önce bir kadın, annem beni ateşe attı, 32 yıl sonra yine bir kadın, cesaretli bir küçük kadın beni ateşten tutup çıkardı.

-Çanta tasarımların için araştırma yaparken karşılaşmıştık seninle bir ara, dedim. Hatırladı;

-Evet, dedi.

-Eşin yaşıyor mu? Evlendi mi peki?

-Yaşıyor, evlenmez o! 60 yaşında.

-Yani senden 15 yaş büyük. Sen 13 yaşındayken o 28 yaşındaydı demekki... Çekinerek soruyorum her soruyu. Böylesine çile çekmiş, uzun yıllarının sonucunda elektro şoklar ile tedavi görüp akıl hastanelerini görmüş bir kadının acılarını depreştirmekten büyük bir imtina duyarak konuşuyor ve sorular yöneltiyorum.
-Şiddet uygulaması var mıydı sana? derken bakışlarını kaçırdığını, kafasını başka yöne çevirdiğini görünce ısrar etmedim sorumda. Ama o yanıt olarak;

-Benim kıymetimi bilemedi! Benim değerimi anlamadı... dedi iç çekerek. Yeniden bir sigara yaktı. Çantasındaki bisküvilerinden çıkartıp verdi. Misafir olarak orada bulunuyordum. O ise tezgahında satış yapıyordu. Şansına o gün satışları iyi gidiyordu. Sohbetimiz ara ara devam ettiğinden ben bu aralarda onun yüzündeki değişmeyen buruk gülümsemeyi, vücut dilini takip ediyordum. Çilem'in kolları hep önde sımsıkı kavuşturulmuş bir halde kendini, ruhunu, bedenini koruyordu.

Kaç çocuk gelin yaşadı aynı hayatları, kaç kadın yıllarca çekti aynı çileleri, kadın olduğu için, sevdiği için, düşündüğü için, itiraz ettiği için kaç kadın insafsızca yargılandı ve hüküm giydi.

Bir kadın dünyayı değiştirebilir. Çilem'in annesi Çilem'in ismini koyarken bile kaderini belirlemiş adeta. 13 Yaşında hiç tanımadı, hiç bilmediği insanlara gelin etmiş, bırakıp gelmiş. Yıllar sonra itiraf etmiş Çilem'e. Seni yaktım, içim çok kırık sana. Yani yüreğim yanık! Sonra bir başka kadın çıkmış, hiç tanımadığı bu kadına el uzatmış ve yeni bir yaşam vermiş adeta.

Başka soru sormadım ona. Biraz soramadım, biraz da sormak istemedim. Kimi dertler vardır anlattıkça hafifler, azalır. Kimi dertler vardır anlattıkça yeniden yaşanır, her anlatışta azap verir. Bu da onlardan biriydi. Yanaklarından öptüm, bana müsade dedim.
-Bol satışların olsun tatlım, yine görüşürüz hoşçakal... diyerek ayrıldım.

Kadınlara özel bu günde yani 8 mart dünya kadınlar gününde kuru kutlama laflarına karnımız tok bizim. Varsa elinizde kadınların yaşam koşullarını iyileştirecek imkanlar onları verin bizlere. Bizler ayaklarımızın üzerinde dimdik durmayı biliriz. 1 günlüğüne yüzümüze gülüp, palyaçoluk yapmayın yeterki... İşinize geldiğinde sen bi tanesin, sen olmasan biz ne yaparız, sen olmazsan her şey gri olur, sen hayatımızın rengisin laflarının arka yüzünü okuyoruz biz. Yani; kadın milleti değil mi? Eksik etek sen sus!... Kadın kısmısı okuyup da ne olacak! Kızlarınızı okutmayın günah! Kadınların saçı uzun aklı kısa... Kadının karnından sıpasını, sırtından sopasını eksik etmeyeceksin... bla, bla, blaaaa...

İnsan olmayı beceremeyen insanoğlu dünyanın her yerinde üç aşağı beş yukarı aynı bana göre. Bir yerde biraz fazla bir başka yerde biraz daha az yaşanmakta çileler.

Dünya İnsanlık Günü ilan edilmesini ısrarla talep ediyorum.

Bir başka yazıda buluşmak üzere...


5 Mart 2014 Çarşamba

MAVİ KÖFTE

Ortalarda yokum. Adeta atölyeye kapandık Seher'le. Evi de terk ettim bir günlüğüne, Seher'de kaldım. Bu duruma en çok Zehra seviniyor tabiki. Bizim baş yardımcımız çünkü. Tüm gün bizimle birlikte. Kâh bize yardım ediyor. Kâh benim hesap makinasına el koymuş bize hesaplar yapıyor. Ya da bizim konuşmalarımızı dinliyor bize laf yetiştiriyor. Ama ne laflar duymanız lazım. Ağzımız bir karış açık kalıyor her seferinde. Bize projesinden bahsetti. Harika bir proje. O ve Sena bir çocuk klübü açacaklarmış. Annesi ve Sena'nın annesi yemekler, kurabiyeler, poğaçalar yapacaklarmış. Abası Zeynep, Sena'nın abaları da servis yapacaklarmış. O ve Sena ise çocuklarla oyunlar oynayacaklar, onları eğlendireceklermiş. Şu hayale bakar mısınız lütfen?



Sonra minik mutfak takımlarını, oyun hamurlarını çıkarttı.
"Hadi siz çok yoruldunuz, açıkmışsınızdır size yemek yapayım, çok güzel şeyler yaparım. Ne isterseniz yaparım, siz isteyin yeterki" dedi. Önce solucan kurabiyesi yaptı, yanında ayran ile ikram etti. Biz de yer gibi yapıp;
"Imhh, ıhhh... pek lezzetli olmuş, nefis ellerine sağlık" falan dedik. Sonra tutturdu yemek de yaparım fırınım çok güzel pişirir diye. Annesi;
"peki bana köfte yap" dedi. Annesine;
"Anne köftelerin ne renk olsun" diye sordu. Seher;
"Köfteler kahverengi olur. Kahverengi olsun" dedi. Bizimkisi;
"Anne hiç halden anlamıyorsun, oyun hamurlarıma bir baksana, hiç kahve rengine benzeyen bir renk var mı? Kırmızı var, mavi var, neşil var, beyaz var. Kahverengi yok!"
"Ay pardon kızım, sen ne renk olsun istersen öyle olsun" diye geçiştirdi Seher. Bana sordu arkasından.
"Sen ne renk istersin Mine yenge?" Artık bana Ayşe demeyi bıraktı. son bir yıldır gerçek ismimi söylüyor. Ama bir şey isteyecekse o zaman baygın baygın "Ayşeee!" demeye devam ediyor.
"Bana da mavi köfte yapabilirsin Zehra dedim.
"Üstüne neşil yapraklar (yeşile hala neşil diyor) koymamı ister misin?
"Olur Zehra isterim. Maydanozların yeşil yapraklarını köftelerin üstüne koyabilirsin dedim. Yok maydanozları sarıdan yapacağım. Neşil ile marul yaprağı koyacağım. dedi. Bir de kırmızı noktalar ekleyeceğim".

"Sararmış maydanoz yapraklı çok şifalıdır derler, iyi olur. Kırmızı noktaları pul biber olarak ekleyeceksin sanırım. Şimdiden teşekkür ederim sana" dedim.
Oyun hamurundan hazırlamış tabaklara koymuş verdi ikimize bana bir de minik bardakla ayran verdi. Annesine;
"Anne sana da ayran vermemi ister misin?" diye sorunca, Seher gayet elindeki işe dalgın bir halde
"Nasıl yani?" diye yanıtladı. Bizimkinden gelen yanıt;
"Anne benimle dalga mı geçiyorsun? Ayranın nasıl yanisi olmaz. Ayran ayrandır. Ayran istemiyorsan süt yapayım sana. Ama çabuk bir karar ver lütfen..."

Gülmemek elde değil. Biz ciddi ciddi çalışırken o bizim bu tempomuza güzellikler katıyor. Bu gün kısa molalarda onunla toplama işlemi çalıştık. Hesap makinasına takmış durumda. Madem öyle 1+1 =2 den başladık. Önce görsel olarak metaryeller koydum önüne. + işareti ile = işaretini kağıda çizdim. küçük objeler ile görerek söyledik beraber. sonra minik yazı tahtasında bunu rakamsal olarak yazdı. 1+2=3 ve 2+2=4. Ben sadece ne yapması gerektiğini söylüyorum o yazıyor. Her başarıdan sonra evde tur atıyor "Ben yazdım, ben yazdım, anne bak, aba bak!" Elbette onun tüm ısrarlarına rağmen bunun ötesine geçmedim. 1,2,3,4. saymayı biliyor ama yazma ve matematik toplama işleminde bu onun için yeterli. Kendi kendine ismini yazmayı öğrenmiş. Babasının ismini yazıyor. "Benim ismimi de yazabilirsin Zehra. Babanın ismindeki harflerin aynısı. Sadece baştaki harfi sona yazacaksın. Yani babanın isminin tersi" dedim. EMİN / MİNE. Zehra "E" harfini alıyor ve tamamen ters çevirip önce en sona onu yazıyor, sonra yine tersten gelerek NİME yazıyor. Ama E harfinin bakış yöne de ters bir şekilde. Bunu niye anlatıyorum biliyor musunuz? Belli bir yaşa kadar çocukların düz mantık gittiğini anlatmak için. Evet gerçekten şimdiki nesil çocukları bir harikalar. Hepsi bir profesör adeta. Ama ne olursa olsun onlar henüz çocuklar ve çocuk olarak düşünülmeli öyle hareket edilmeli. Verilen doğru eğitim, doğru yaklaşım onların bu meziyetlerinin üzerine çok büyük katkı sağlayacaktır.

Çocukla asla inatlaşmayın, asla kalbini kırıcı konuşmayın. Onu ikna edici, özellikle bol bol dinleyici olarak yanında olduğunuzu unutmayın. Doğru bir şekilde yaklaşılan her çocuk sevgiye olan açlığını doyuruyor. Sağlıklı ve zeki bireyler olarak büyüyor hayata karışıyor.  Bizim kuzu Zehra henüz 5 yaşında. Ama bize yaptıkları, söyledikleri ile bizi akıl tutulmasına uğrattığı çok oluyor.

Çevrenizdeki küçük çocukları, kendi çocuklarınızı, yeğenlerinizi, torunlarınızı iyi gözlemleyin. Onlarla kaliteli zaman geçirmeye özellikle çaba sarf edin. Çocukların yanında asla kavga etmeyin, yüksek sesle bağırmayın, kötü sözler söylemeyin. Ne kadar yoğun işiniz olursa olsun onu kenara itmeyin. Mutlaka onun da işin içinde yer alabileceği bir uğraş bulun ve her yaptığı için onu yüreklendirin.  Böylelikle hem siz stres olmayacaksınız, hem de o yalnızlığa itilmiş hissi duymayacak.

Çocuk yüreği ve sevgisi dünyadaki en saf ve bulunmaz muhteşem olgudur.
Seni çok seviyoruz Zehracık... Bu akşam müsadenle evime gidiyorum. Yarın görüşmek üzere tatlı baş yardımcımız...