Bu yazımda Serpil’in hikayesini kaleme aldım.
Onun gerçek adı bende saklı her zamanki gibi. Bize anlattıklarından yola
çıkarak hayatının tam ortasından bir canlandırma yaptım ilk yazımda. Öncesi ve
sonrasına açılan koridorun tam ortasında hayal ettim onu.
Serpil’i tanıdığımda o iri dalga siyah saçları
hala iri dalgalıydı ama rengi beyazların çoğunlukta olduğu bir siyahlıktı bu.
Gözlerinin bakışı belki aynıydı ama yüzündeki çizgiler epey belirginleşmişti.
Oldukça güzel bir kadın olmasına rağmen yine de makyajla bazı derin çizgileri gizlemek
istemiş gibiydi.
Hayat felsefesini şu sözlerle özetlemişti;
-Her sabah uyandığımda mutlaka şükrediyorum
Allah’a bu gün de gözlerimi açabildim, sağlıklıyım diye. Her akşam yastığa
başımı koyduğumda da mutlaka şükrediyorum; bu günü de hayırlısı ile tamamladım,
sağlıklı ve ayaktayım diye. İçtenlikle şükretmediğim bir gece ve bir sabah yok
benim, demişti.
Onunla karşılaşmamıza tamamen bir kader diyorum
ben. Çıkmaz ve açmazların etrafımızı sardığı bir yağmurlu günde ayaklarımız
bizi ona götürmüştü. Hiç tanımadığımız biriydi. Elimizde koca bir bavul, bir
şemsiye, küçük bir kız ve iki kadın… Hiç bilmediğimiz bir yerde hiç
bilmediğimiz bir girişimin adımlarını atıyorduk. Ürkek ve şaşkın bir halde.
Üstelik kırgın, kızgın ve umutsuzduk. Cebimizdeki ucu ucuna denkleştirdiğimiz! Sermaye
yaptığımız kısıtlı paramızla caddeler arşınlıyorduk yağmura karşı. Gözümüze
kestirip girdiğimiz toptancı dükkânlarını, ürünlerini bir bir tartıyorduk.
Caddeden yukarı çıkarken bir iş merkezinin 2. Katındaki bir vitrin dikkatimizi
çekti. Buraya mutlaka bakalım dedik. Kısa bir araştırmadan sonra 2. Kattaki
koridorun en sonundaki bu dükkânı bulduk. Bavulu ve şemsiyeyi kapının yanına
bırakıp ürünleri inceledik. 2 üründe karar kıldık. Zaten paramız da ancak
onlara yetiyordu. Dükkân sahibi olduğunu söyleyen kadın - ki o kadın
Serpil idi- oturmamızı bir çay içip dinlenmemizi istedi. Zaten hangi dükkâna
girsek yanımızdaki utangaç mahcup minik melek hemen ilgi odağı oluveriyordu.
Bizler birer çay, meleğimize bir meyve suyu istedik. Tabi Serpil bize sorular
sormaya başladı.
-Dükkânınız mı var? Nereden bizi buldunuz vs vs.
klasik sorular. Genellikle her toptancının sorduğu sorulardı. Biz de gayet özet
bir şekilde nasıl ve neden bu işe kalkıştığımızı anlattık. Biz anlatırken onun
yüzünde garip bir gülümseme oluşuyordu. Umutsuz, kırgın ve kızgın olduğumuzu
ifade ettiğimizde ise ciddileşti.
-Sakın! Dedi. Bunu yapmayın. Henüz çok
başındasınız, zamanla her şey yerli yerine oturacak. Ama sakın ilk zamanların
ateşiyle hareket etmeyin. Kesinlikle sakin olun.
-Bakın ben size benim hikâyemi anlatayım.
Anlatayım ki sizin hikâyenizin aslında ne kadar hafif olduğunu görün.”
İşte böyle başladı Serpil’in kendi hikâyesini
anlatması. 1 saate yakın sohbet ettik. Yanından ayrılırken dinçleşmiş,
durulaşmış en önemlisi yarınlara ümit ile bakar olmuştuk.
Serpil’in hikâyesi gerçekten etkilemişti bizi.
Henüz yaşı genç olmasına karşılık 3,5 yıl içinde 30 yıl yaşlanmış görünüyordu.
Kendimi 60 yaşında gibi hissediyorum demesi bundandı. Son 3,5 yıl içinde
yaşadıkları bütün bir ömre bedel şeylerdi. Bir kadın, bir anne ve bir girişimci
olarak tek başına yaşamıştı tüm bunları. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları
Hastanesine kendi ayaklarıyla gidip “bana acil bir doktor bulun!” diyen bir
kadındı o.
Bundan sonrasını yer yer onun anlatımıyla
aktarmaya çalışacağım…
Çok erken başladığı iş yaşamını başarıyla
sürdürmüş. Hem okumuş hem çalışmış. Okurken eşiyle tanışmış ve evlenmişler.
Eşinin yurtdışında yaşayan ailesi hiçbir zaman istememiş onu. Oğullarını daha
yüksek seviyeden bir aileye layık gördüklerini belirtmişler her fırsatta.
Üzülmüş ama eşinin;
-onları boş ver ben seni seviyorum” sözleri ile
avunmuş.
-Hiç saygısızlık yapmadım onlara, diye söz
ediyor eşinin ailesinden. Hep uyumlu olmaya çalıştım.
Üniversite eğitiminden sonra kendi atölyelerini
açmaya karar vermişler. Önce küçük bir atölye ile yola çıkılmış. Fason üretim
yapmışlar sonra kendi toptan mağazalarını açmışlar. Bu arada minik oğlunu da
bir yandan büyütmeye başlamış Serpil. İşlerin tasarım, üretim ve pazarlama
kısmı Serpil’de muhasebe, finans, personel kısmı eşinde imiş. Serpil’in
başarılı çalışmaları sayesinde işleri epey büyütmüşler. Kısa zamanda evlerini
arabalarını almışlar. Yılları bu koşuşturmaca ile geçmiş. Artık yerime
birilerini yetiştirmenin zamanı geldi diyerek işe 2 stilist ve modelist almış.
Oğlu 11 yaşına geldiğinde minik kızına hamile kaldığını öğrenmiş.
-Atölyedeki yardımcılarım yokluğumda işleri
idare edebileceklerdi. Üstelik ekonomik kriz nedeniyle de çok fazla
hareketlilik de yoktu, bu süreçte rahat bir hamilelik geçirebilirim” diye
düşünmüştüm, diye sürdürdü anlatımını.
-Bir 5 aya bir on yıl sığar mı? Diye sordu, yine
kendi yanıtladı. Evet sığmıştı 10 yılda yaptıkları tüm birikimi 5 ayda dibe
indirmeyi başarmış eşi. O “ben seni seçtim, seni seviyorum laflarının yerini “ben
aslında onu hiç sevmiyorum ama altın yumurtlayan tavuğu kesmek de olmaz değil
mi?" ler almış. Yokluğunda yardımcı olarak aldığı genç çalışanlarından
biri ile girdiği yakın ilişki bu dibe vuruşun en büyük etkisini oluşturmuş.
Serpil bunu öğrendiğinde çocukları için sessiz sedasız boşanalım teklifini
yapmış. Ama kabul ettirememiş. Evleri ayıralım ama işleri birlikte yürütelim
baskısına peki demiş. Bir süre bu şekilde yürütmüşler. İşlerden uzak olduğu
zamanlarda eşinin sürekli ekonomik krizi bahane ederek Serpil’in yüksek limitli
banka kartlarını kullanması onları ödeyebilmek içinde kredi kullanmak
zorundayız telkinleri karşısında henüz nasıl bir girdapta olduğunun farkında
olmayan Serpil için hep “peki, tamam” şeklinde olmuş. Ancak ne bu kartlar gerekli
yerlerde kullanılmış, ne de alınan krediler. Hala daha bu paraları nerede nasıl
tükettiğini öğrenememiş. Ancak işin tefecilerden borç almaya kadar varmış
olduğunu ancak büsbütün gerçeklerle baş başa kaldığında öğrenmiş.
Bir zaman sonra eşi ne olduysa bu kızdan da
ayrılmış. Pişman olduğunu söyleyerek geri dönmek istemiş Serpil’e. Ama kabul
etmemiş Serpil. Sadece ara sıra çocukları için gelip gitmesine izin vermiş. Bir
gün aniden ortadan kaybolmuş. 2 gün, 3 gün derken tüm hafta sonu aramışlar
kendisini. Gidebileceği her yere bakmışlar, görüştüğü herkesi aramışlar. Ama
hiçbir haber alamamışlar kendisinden. Sonunda polise kayıp ihbarı yapılmış. 2
gün sonra yani pazartesi sabahı -daha önce 2 kez bakılmış olmasına rağmen orada
olmadığı bilinen- atölyeyi açmaya gittiğinde eşinin cansız bedeni ile
karşılaşmış Serpil. Masada öylece oturur vaziyette. (Burada nasıl öldüğünü
yazmayacağım. Serpil’e olan saygımdan.) Ancak asıl şaşırtıcı olan masada 2 adet
cep telefonunun olmasıdır. Biri kapalı ve pili dahi çıkartılmış bir halde
durmakta diğeri çalışır vaziyette yepyeni bir telefon. Polis bu telefondan son
güne ait defalarca bir numaranın arandığını hatta en son 4 saat bu numara ile
konuştuğunu tespit etmiş. Bu kişi ayrıldığını söylediği sevgilisidir.
-Son 4 saatini bu kadına dil dökmekle geçirmiş,
biz onu her yerde ararken o, o kadına yalvarıp dil döküyormuş. Ne kadar canını
acıtıyor insanın bilseniz, demişti.
Birkaç hafta polis inceleme için atölyeyi
mühürlemiş, birkaç hafta da Serpil açmamış kendini toparlayabilmek için. Ama
toparlayabilmiş mi derseniz; tüm bunları yaşarken bir damla gözyaşı
dökmediğinden, dökemediğinden zaman içinde dağılmaya başlamış.
-Erkekler maalesef zayıf oluyorlar hanımlar.
Bunu sakın unutmayın, kadınlar depresyonlardan, zor durumlardan, çaresiz
durumlardan çıkma konusunda daha yetenekli ve azimli iken erkekler darmadağın
oluyor ve pek çoğu yok olup gidiyor bu yüzden. diye açıklamıştı.
Kendini toparlamak adına evine çekildiği zamanda
en büyük desteği kendi ailesinden görmüş. Anne ve babası her gün yanında
çocuklarla ilgileniyorlar ama Serpil gittikçe içine kapanır hale gelmiş. Nihayetinde
işinin başına geçtiği gün karşısında dev gibi yığılan ödemeleri görmüş. Kredi
kartları, kredi ödemeleri için aranmaya başlamış. Nedir, ne değildir derken
işin içine bir dalmış ki büyük bir deryada boğulmak üzere olduğu ortaya çıkmış.
Eşinden miras olarak 5 trilyon evet 5 trilyon kalmış ama bu miras bilinenin
aksine Serpil’in ödemesi gereken BORÇ MİRASI!
-Tek tek banka banka dolaştım. Hangi bankaya ne
kadar borcum var öğrenmek için. Hemen yapılandırma yaptım. Öderim diye
düşündüm. Ama iş o kadar büyükmüş ki bir ucu tefecilere kadar gitmiş meğer.
Alacaklı olduklarım ödeme yapmıyor sürekli kaçıyorlardı. Onları dedektif gibi
takip ettim. Kimlerle görüşmedim ki, nerelere gitmedim ki aklınıza gelmez.
Toparlayabildiklerimi toparladım ama işlerimi yapamaz hale de geldim.
Üretmeyince satamıyorsunuz. Satamayınca da tahsilat olmuyor, ödeme yapılamıyor.
Tahsil ettiklerimle yapılandırmalarımı bir süre ödedim. Ama hepten kilit hale
gelince tüm ödediklerimi yok saydılar. Yeni baştan yapılandırma yapalım
dediler. Önceki ödediklerimi faize saydılar. Düşünebiliyor musunuz? Elimde ne
malzemem kaldı, ne de bana malzeme verecek tedarikçilerim. Beş kuruşsuz üstelik
hala 5 trilyon borcu olan biriydim. Ne varsa sattım. Arabam hariç. Kafayı yemek
üzereydim. Atölyeyi kapatmış tüm elemanları çıkartmıştım. Dükkan bomboştu. Gün
için de komşu dükkânlara yardım ediyor, tedarikçilerime malzeme vermeleri için
yalvarıyordum. Dükkanı inatla kapatmıyor buradayım hala ayaktayım diyordum
kendimce. 6 ay böyle geçti. Boş dükkanda yarı aç, perişan bir halde geceleri
masada uyuyarak. Kızım zaten sütten kesilmişti ister istemez. Annem ve babam
çocuklarıma sahip çıktı. Eşimin ailesi durumları gayet iyi olmasına karşılık
asla yardım etmeyiz dediler. Beni sevmedikleri gibi torunlarını da sevmemişler
anlaşılan. Bir başımaydım. İşte böyle bir gün kendimi arabama binmiş Bakırköy’e
gider bir halde buldum. Ya bir duvara çarpacaktım ya da Bakırköy’e gidecektim.
-Randevusuz olarak geldim bana acil bir doktor
bulun” diye bağırdım hasta kabul bölümüne. Gelen doktora hala daha dua
ediyorum. Tüm hikâyemi baştan sona anlattıktan sonra bana;
-Sen hastalığını atlatmak üzeresin, merak etme!
Demişti.
-Nasıl yani dediğimde;
-Buraya kendi kendine çözüm bulmak için
gelmişsen, sorun olduğunu kabul etmişsin demektir, sorunu görebilen kişi çözüm
arayışına girmişse tedavi süreci de başlamış demektir.
Diye özetlemişti. Verdiği sakinleştirici
özellikli hafif ilaçlardı. Ama bu bile bana bir çıkış yolu açmıştı. Ara ara
terapiler yaptık. Eskisinden daha fazla inat yapmıştım çıkış yolu için. Reddi
miras diye bir şey varmış ve hain avukat bana bundan bahsetmemişti. Bu yüzden
sadece benim üzerime olan borçlar değil direkt olarak eşimin üzerine de olan
borçları yüklenmiş oldum. 7. Aydan itibaren ufak ufak iş yapar oldum. Bu bana
sanki bir can gibi gelmişti. Atölyede sabahlara kadar tek başıma çalıştım. Her
gün bir gün daha diyerek asıldım hayata. Öyle uzun ki yaşadıklarım 3,5 yıl
sanki 30 yılın sıkıştırması gibi geçti.
Böyle anlattı Serpil. Yaşadıklarını kitap olarak
yazmasını söylemiş bir dostu o da yazmaya karar vermiş. Ama bakmış ki yazdığı
her satırı, her olayı adeta tekrar baştan canlı yaşıyor gibi bırakmış yazmayı.
Tüm dengem alt üst olacağına eksik olsun yazmayacağım diyerek yarım bırakmış
yazmayı. 3,5 yılın sonunda borcunun yarıdan fazlasını ödemiş.
-Kalanını da havada karada öderim artık,
diyordu. Çünkü artık üretebiliyorum, satabiliyorum.
Atölyeyi eski haline kavuşturmuş. Malzeme aldığı
tedarikçileri ile tekrar çalışmaya başlamış üstelik uzun vadeli alım yapmaya
başlamış. Yabancı müşterilerini geri kazanmış.
-Tüm bunları başardım. Yaşadıklarım sonucunda
korku denen o şeyden eser kalmadı. Ama gördüğünüz gibi 30 yıl birden yaşlandım.
Bir zamanlar simsiyah olan bu saçlarımı özellikle boyatmıyorum. Beyazlar bana
yaşadığım tüm bu çileleri hatırlatan en güzel arkadaş oldular. Asla da
boyamayacağım.
En son yüzümüze bakıp;
-Hanımlar işte benim hikâyem
bu. Çektiğim acıları, zorlukları detaylandırmadım bilerek. Şimdi size son bir tavsiyem olacak. Çok zorlanacaksınız, çok çile
çekeceksiniz belki ama asla umutsuz olmayın. Asla bir suçlu arama ile zaman
kaybetmeyin. Asla bütün gün oturup ne olacak şimdi diye panik yapmayın. Çok
daralırsanız atın kendinizi sokağa, insanların arasına karışın. Zorla da olsa
gülümseyin birilerine. Kalkın ve bir şeyler yapın. Yapabileceğiniz en iyi şeyi
yapmaya çalışın. Gerçi o doktorun bana dediği gibi sizler zaten işin çözümü
için ilk adımları atmışsınız. Gerisi de gelecek merak etmeyin. Sadece
sabır ve azim.
Bu güne kadar ilk defa karşılaştığımız bu
kadınla birbirimize sımsıkı sarılmıştık ayrılırken. 40 yıllık dost gibiydik
adeta.
-Ne zaman isterseniz gelin ille bir şey almak
için değil her zaman kapım size açık, demişti bizi uğurlarken. Asık bir suratla
girdiğimiz bu yerden yüzümüzde gülümsemelerle çıkmıştık. Yağan yağmur artık
bize ıstırap değil serinlik veriyordu adeta.
Kendi maceramızı yaşarken yeni dostluklar, yeni
hikayeler keşfettik. Girişimciliğimizle ilgili her çıkışımızda yeni yerler,
yeni insanlar, yeni hikâyeler biriktirdik. İnanarak, azimle ve sabırla yürünen
her yolun aydınlığa erişeceğini biz de yaşayarak görmeye başladık…
Not: Yazımı yayınlamadan önce Serpil hanımı arayarak kendisinden izin aldım. Çok memnun oldu. Tabi ben de... Onun bize verdiği pozitif enerjiyi ben de başka birilerine verebilirsem çok daha mutlu olacağımı biliyorum. Bu güzel yürekli kadına bir kez de buradan sevgilerimi gönderiyorum.
http://depositphotos.com/23772907/stock-illustration-red-rose.html