26 Ağustos 2015 Çarşamba

UYGUR MUTFAĞINI DENEDİNİZ Mİ?

Bir süredir ara ara bu teklifi alıyordum oğlum Umut'tan.

-Anne sizi yemeğe götürmek istiyorum. Ben çok beğendim eminim sen de çok beğeneceksin. Üstelik fiyatları da gayet uygun. Evet de, de gidelim ama artık.

Mazeretlerime gelince; 

-Hmm, bi düşüneyim, 
-ama şimdi zaman yok, 
-dışarıda yemeği sevmiyorum biliyorsun, 
-öff epey de uzakmış, 
-gece gece git gel zor olur şimdi arabada yok ki, 
-ay tamam, 
-ay başında maaşını al öyle gidelim bari, 
-bla bla bla... 

2 ay başı geçti bu ilk teklifinin üzerinden. Ben sürekli yeni mazeretler ürettim, sonunda; 

- Peki hafta sonu gidelim, dedim.

 Abdülkayyum kısaca Kayyum ile (üniversiteden arkadaşı Uygur Türkleri'nden)  konuştu anında. Haftasonu başka bir programı varmış yarın akşam gidelim demiş. Dönüp sordu ne dersin diye, ona da peki dedim. İş çıkışı ortak bir noktada buluşalım diye kararlaştırdık. 

İş çıkışı koştura koştura eve geldim. Hazırlanıp çıktık babayla birlikte. Önce Üsküdar'a oradan da Marmaray ile Yenikapı'ya. Hava soğuk, babamız biraz hasta, bense kıpır kıpırım yerimde durmuyorum bir aşağı bir yukarı taşların üzerinde seke seke yürüyorum. Durursam üşüyeceğim çünkü. (Bu olay tam olarak çok yoğun kar yağışının hemen öncesi, Mart ayına rastlıyordu) Marmaray Yenikapı istasyonunda bekliyoruz gençleri. Saat 7 de demiştik ama biz 20 dk. erken gittik. Şikayet etmedik elbette erken gittiğimiz için ama onlar da üstüne bir 20 dk. gecikince babamız için epey sıkıntı oldu. 

-şişşht sık dişini, ilk defa oğlumuz bizi yemeğe çıkartıyor dırdır etmek yok! dedim.

Önce Kayyum geldi. Ardından Umut'ta metro ile gelince hep beraber çıktık Aksaray yönüne doğru. Kısa bir yürüyüşten sonra HUZUR UYGUR MUTFAĞI'na vardık. İçerisi aşırı dolu değildi. Oturacak yer rahat bulduk.

Oturur oturmaz biz her hangi bir sipariş vermeden hemen kırmızı bir termos ve 4 kulplu çay bardağı geldi. Umut zaten baştan demişti. Burada sadece çay ve su var içecek olarak sakın başka birşey beklemeyin diye. Çayı siz istemeden getiriyorlar zaten bittikçe de tazeliyorlar termosu. Suyu ise ihtiyaç duyarsanız siz istiyorsunuz.


Bardağın altına dikkat! Menüden yemek seçmek için bu kağıdı inceleyebilirsiniz. :)  Tabi bizim yerimize Kayyum Uygurca konuşarak siparişlerimizi verdi. Ama öncesinde ne- ne değildir, ne yemeliyiz? diye konuşup fikir birliğine vardık. Gerekli açıklamalar Kayyum'dan tavsiyeler Umut'tan. Önden 1 porsiyon kuzu şiş istediler ortaya. 4 şiş geldi. Şişleri elimize aldık ve öyle şişin üzerinden ısıra ısıra yedik. Tek kelimeyle nefisti. Hatta etin yağından nefret eden oğlum şişteki yağı bile yedi. Gözlerimle görmesem inanmazdım. Ama itiraf ediyorum gerçekten mükemmeldi. Çok fazla şey tatmak istediğimizden ortaya tek tabak istedik bazı şeyleri.

Onlara göre ana yemek denilen şey bizim erişte makarna dediğimiz makarna ile yapılan yemek çeşitleri. Sulu veya susuz kuru olarak erişte makarna üzerine sebze, isteğe göre parça etli çeşitleri. Erişte makarnanın çeşitlemeleri seç beğen al bana göre. Ama öyle değil. Malzemesine ve su oranına göre farklı tatlar oluşuyor. İçecek olarak paso çay. Ben dayanamayıp su istedim. :) Pet şişe su getiriyorlar.



Nan (ekmek) ve makarna! Ben nanı salata yerken kullandım açıkçası. Salataya konulan sirkeyi özellikle Uygur sirkesi olarak seçiyorlarmış. Çin sirkesini tercih etmiyoruz dedi Kayyum. Kaşığa döküp tadına baktım gerçekten farklıydı. Kokusu ve lezzeti güzeldi.





Çubukları ilk kez kullanıyorum. Kayyum çubuklarla ilgili işin sırrını verdi. 

-Önce kesme şekerle denemeler yap, başardığın anda işi çözmüş olacaksın! 

Ben de yemeğim gelmeden alıştırma yapmak için kesme şeker tutma denemeleri yaptım. 2 denemede işi kaptığımı görünce;   

-Vaaay, ben bile çubukları bu kadar çabuk kullanamamıştım! dedi. 

Şaka yaptığını düşünerek, yok artık dedim. Çünkü bir Uygurlu ve de bebekliğinden beri sofralarında bu çubuklar mutlaka kullanılıyormuş. 

-Bir büyük için kolay ama küçük bir çocuk için o kadar kolay değildi. diye yanıtladı beni. 

Haklı olabilir. Bir yaşındaki bebeğe ver kaşığı ağzına götürsün rahat rahat, 3 yaşında çatalı rahat kullanır ama çubuklar öyle değil elbette bir küçük çocuk için. 


Veee çubuklarla yiyorum yemeğimi. Oleyyy çok eğlenceli. Arka masadakiler benim kıkırdamama dönüp bakıyorlar bilmiyorlar ki ilk kez kullanıyorum.





Bu da etli pilav. Bu ağır misafirler için yapılıyormuş evlerde. Lezzetlerin hepsi mükemmel güzel... Elimizden geldiğince farklı şeyler istedik ve birbirimizin tabaklarından tadlarına baktık. 

Başka ilçelerde de Uygur mutfaklarının olduğunu söyledi Kayyum. Daha lezzetli yapan yerlerin bulunduğundan bahsetti. Ancak bir siparişin masaya gelmesi için uzun süre beklemek gerekiyormuş. Hiç bir yemek önceden yapılıp bekletilmiyormuş. Siparişi verdikden  sonra yapılmaya başlanıyormuş. Makarnalar bile taze kesiliyormuş. Sebzeler sipariş verildikten sonra doğranıp hazırlanıyormuş. Bir de ahçıbaşı oyalanırsa eh artık bekle bekleyebildiğin kadar. Burası en hızlı servis yapılan yer olduğu için burayı tercih ediyorlarmış meğer. 

Yemekten sonra meyva ve tatlı siparişi vermeyi düşünmeyin sakın böyle bir adetleri yok. Menüde de yok zaten. 

İç mekan ferah ve aydınlıktı bana göre. Fazla kalabalık olmamakla birlikte boş masa çok azdı. Fotoğrafları masaların boşalmasını fırsat bilerek çekmeye çalıştım. 

Bu arada Uygur Türkleri, Kazak Türkleri, Çin üzerine sohbet ettik. Yaşam, gelenek, adetler üzerine karşılaştırmalar yaptık. 







Güzel, keyifli, farklı bir akşam yemeği oldu . Teşekkürler oğluşum, teşekkürler Kayyum diyorum. 


Fiyatlar değişmiş olabilir. Lütfen restorana gitmeden ya da sipariş vermeden önce kontrol edin.
Huzur Uygur Yemekleri adlı restorana ait menü internet sitesinin son güncellenmesinden sonra değişmiş olabilir. Zomato Huzur Uygur Yemekleri menüsündeki fiyatlar için garanti vermemektedir. Kullanıcılar Zomato.com tarafından dijital ortama geçirilmiş Huzur Uygur Yemekleri menülerini (Zomato logosu ile işaretlenmiş şekilde indirip kaydetmekte serbestlerdir. Fakat, herhangi bir ticari amaç için kullanmaları yasaktır.


29 Temmuz 2015 Çarşamba

B.A.H.A.N.E. Burda çok...

Ne çok zaman geçmiş son yazımın üzerinden. Yarım kalan yazılarım boyunlarını bükmüşler. Parmaklar? Onlar da kireçlenmeyle meşgul olmaya başlamışlar. Kısacası işlemeyen demir misali paslanma başlamış.

Niye bu kadar sürdü derseniz bahaneden bol ne var. Başta işim artık bilgisayar başında değil, el parmaklarımda başlayan uyuşma ve ağrıların sebebi karpal tünel değil boyundaki pek sevgili 2 tontiş fıtıkmış meğer.. Yetti mi? Yok yetmedi. Son işimin mirası hatırlarsanız bundan önceki son işimde tansiyon tavan durumlarındaydım. İşte o işimin bana mirası sağ göz retinamın yırtılması ve retina altına sıvı sızıntısı. Görmede bir miktar kayıp ve bozulma. Tedavim hala sürüyor. Hatta o sıralarda sinirden gece uykumda dişimi sıkmışım dişimi kırdım onun tedavisi bitti çok şükür.  Bir de yıllardır bir şekilde idare ettiğim bel fıtığım geçen ay ilk kez bir atak yaptı.10 günlük bir sıkıntı yaşadım. Çok pis bir olaymış meğer. Çekenlere Allah şifa versin. Parmaklardaki kireçlenme ise malesef genetik olarak yaşanacak bir süreçin başlangıcı imiş. Tedavisi düzenli egzersiz. Yapıyoruz artık çare yok. Biraz erken başladı ama yapacak birşey yok. Eeee son olarak bilgisayarımın touchpad i yazarken beni çılgına çevirmesiydi. Ya satırlar arasında atlamalar yaparak yazıyı mahvediyordu ya da yazdıklarımı küt diye silip yok ediyordu. Aşırı hassas ve hızlı. Üstelik kontrolsüz bir hız. Kapat gitsin diyeceksiniz haklı olarak ama kapatamıyoruz ki. Ne yapsak kaldıramıyoruz kilitlenmiş. Oğluma yalvar yakar format attırdım sonunda. Yeniden kurulum yaptı. Aaaa o da ne herşey düzeldi. Ama ille başında boza pişirmek gerekiyormuş meğer.

-Tamam anne, yaparım anne, yarın yaparım anne, hafta sonu yaparım anne, yedeklerini al anne, sen de al baba, uyudum anne, yaptım anne, öffff anne, bi bitmedin anne, ay anne! Oldu mu? Tamam mı? Uzun süre gelme lütfen anne!,..

Bilgisayar mühendisliği okuyan oğlum, yazılımcı oğlum çoooook teşekkürler. Eline sağlık ne diyim başka. :)

https://kidim2013.files.wordpress.com/2013/12/bahane-247x300.jpg


İşte size bir sürü bahane. Neyse, artık bahanelerin ardına sığınmadan yazımı tamamlayayım ben en iyisi.

Hem havaların sıcaklığı tavan yapmışken hem de ülkenin havasının tavan yaptığı şu günlerde serin, sakin ve huzurlu günlerin biran önce gelmesini diliyorum.

Sevgi ve esenlik dilekleri ile bu seferlik böyle oldu diyorum. Daha güzellerinde buluşmak ümidiyle...




26 Nisan 2015 Pazar

İstanbul'u dinliyorum gözlerim ve kulaklarım kapalı!...

Ah bu İstanbul... Ne yağmurlu havası çekilir oldu iyice ne de güneşli havası. Yağmur yağsa trafik kilit hale gelir de güneşli günlerde gelmez mi? Gelir elbette. İstanbul'lu olmama rağmen İstanbul'a yabancıyım artık. Şehir bana gittttt! diye bas bas bağırıyor aslında. Çoktan benim olmaktan çıkmış şehrim. Güneş çıkmış ya nihayet millet atmış kendini çimenin olduğu her yere. Mangallar kurulmuş, pijamalar giyilmiş, toplar çıkmış ortaya yaşasın piknik durumları. Nerede mi? Deniz kenarları sahil yollarında, yol kenarlarındaki park alanlarında kısacası her yerde. Nasıl kalabalık, nasıl karma karışık bir durum anlatamam. Arabalar yol boyunca park edilmiş üstelik. Trafik berbat. Sadece piknikçiler mi derseniz, değil tabiki de. Seçim propagandaları için mitingler, dernek mitingleri vs. vs. Bir yerden bir yere gitmek bu araba, otobüs, insan bolluğunda işkence halini alıyor bir süre sonra. Zaten gereğinden fazla araç her gün trafikte. Bir de insanların böyle topluca sokaklara dökülmesi hepten sıkıntılı durum oluşturuyor. Bilmiyorum belki sadece bana çok sıkıntı yapıyor da olabilir. Özellikle dışarıdan gelen çok fazla yabancı insan gözüme çarpıyor. Gerçek İstanbul insanı nereye gitti bilmiyorum. Arapça ve kürtçe konuşmalara çok sık rastlıyorum mesela. Bir de Suriyeli dilencilere. Çoluk çocuk ailece dilenmekteler. Bir köprü üst geçitten mi geçiyorsunuz. Vay halinize. Satıcılar, alıcılar zaten dar olan yolu hepten daraltırken merdivenlerde dilencinin kapladığı alan ile iyice geçilmez oluyor. Kim bunlar diyorum? Nereden gelirler? Neden gelirler? Gelip de niye gitmezler? Özellikle Avrupa yakasına geçtiğimde hep bu daralmaları yaşıyorum. Anadolu yakası biraz daha rahat gibi ama onunda suyunu çıkartmaya hazırlar.



 İşte bu nedenle şehir bana "gitttt!" diye bağırıyor. Kim bilir bir gün gerçekten giderim. Sadece bir çanta bir bavul alır yüreğimin götürdüğü yere giderim. Ama şimdilik biraz daha katlanmak zorundayım. 

Ben denizin ve yeşilin insanıyım. Kedilerin, köpeklerin, kuşların. Ne baharın ne yazın. Tüm mevsimlerin insanıyım. Sade, duru, çokça inatçı, biraz hırçın biraz uysal biriyim. Sevdimi karşılıksız sevenim. Paylaşmayı çok severim de İstanbul'u bu kadar hoyrat kullananlarla paylaşmayı sevmiyorum nedense. Abartıyorum gibi gelebilir belki size ancak ben hissettiklerimi yazıyorum sadece. Belki de biraz yorgunum ondan. Yeni işime başladım. Hadi hayırlısı. Henüz çok yeni. Yani her yeni iş gibi başta biraz stresli sonra yoluna girecek nasipse. Hep böyle olur zaten benim. Yeni iş, yeni sorumluluk, yeni bir sipariş vs. 

Bu arada, bu yıl üniversite sınavına girdim sessizce. 32 yıl aradan sonra, üstelik hiç çalışmadan. Fena değil. Hatta beklediğimden daha iyi sonuç geldi. 290 ile YGS yi aştım. LYS ye ise girmek istemedim. Yani nasip ise bir de bu yaştan sonra öğrenci olacağım yeniden. Yarım bıraktığım üniversite hayatıma yeni bir başlangıç yapacağım. 

Plan projeler çok da ömür yeter mi bilmem. Çok da dert değil aslında. Ölmeden önce yapılacak 100 şeyden birini gerçekleştirmiş olmanın hafifliğini yaşamak güzel aslında. Ay aman çok da yaşlı değilim elbette ama genç de değilim. Hayatı çok da ciddiye almamak gerek biliyorum. Biliyorum da hani bir söz var; "gençler bilebilse, yaşlılar yapabilse" işte çok da geçe bırakmadan bazı şeyleri de yapmak için çabalıyorum sadece. 

Bu gün İstanbul'u dinledim gözlerim kapalı! Çok gürültülüydü. Gözümü açtım, gördüğüm şey; çok fazla kalabalıktı. Tekrar gözlerimi kapattım kulaklarımla birlikte. Bu yeni şehri tanımıyorum ben. Eski İstanbul'u, çocukluğumu, gençliğimi geri istiyorum. Komşularımızı, mahallemizi, bahçe içindeki bir kaç katlı evlerimizi geri istiyorum. Dilini bilmediğim insanları değil, İstanbul Türkçesi ile konuşanları duymak istiyorum. Misafire hürmetimiz sonsuz ama postu fütursuzca, hoyratça serenlere hoşgörüm yok benim. Üç kuruş dünyalık için eşsiz İstanbul'u peşkeş çekenlere hakkım helal değil benim. 

Baharın güzelliği, güneşin sıcaklığı ile sevgiler kucak dolusu.



KORKUSUZCA

Kalk, kalk ve git uzaklara
Hiç korkmadan, kimseyi tanımadan,
Gecenin karanlığına aldırmadan,
Yıldızları bulana kadar bak gökyüzüne
Bulutlar kapatmış olsa bile

Senin için elbet biri sıyrılıp çıkacaktır yoluna
Aramaktan sıkılıp sakın yarım bırakma
Umutlar tükendiğinde tükenirmiş hayat
O zaman içinde her daim yeni bir umut yaşat

Yaşın genç olsada veya çok da geç
Sadece bunu bil, gülümse geç
Yeni başlangıçlar hep aynı korkuyu yaşatır 
Önemli olan yola çıkmaktır

Nefesin yetmese bile hedefine varamaya
Veya vardığında umduğunu bulamasan da
En azından yıldızlar dostun olmuştur yol boyunca
Öyleyse kalk ve git uzaklara korkusuzca...

16 Mart 2015 Pazartesi

AKLIMA GELMİŞKEN...





Kimbilir ne güzeldir dans etmek seninle
Yaslayıp da başımı uyumak göğsünün üzerinde
Ve uyanmak aydınlık sabahlara
Mis kokan çarşaflar üzerinde...






12 Mart 2015 Perşembe

YOĞUNLUĞUN ARDINDAN...

Uzun bir ara oldu bu sefer. Ama benim için pek de öyle değildi. Bu süreçte 2 tane yazıyı deftere yazdım. Gerçi tam bitmedi ama taslak olarak hazırlar. Sadece buraya geçirmek ve toparlamak gerekiyor.


Ancakkkk 3 yoğun mu yoğun hafta geçirdim. Üstelik ilk hafta yani karın en yoğun yağdığı hafta müthiş hasta halime bakmadan bir inat uğruna kalkıp yeni işime gittim. İnat diyorum da inat sadece kendime, hastalığıma inat. Dinlemedim hastalığımı. Gece komada sabah ise dişimi sıkarak yola koyuldum 3 gün. Benim bu inadıma karşılık hastalık da yenildi. Ama sıkıntı sadece bu değildi ki. İşi devredecek olan kişi ile de büyük bir savaş verdim. Tüm mızıldanmalarına, dırdırlarına, hatta kaba konuşmalarına karşılık susmayı tercih ettim. Konuyu yakından bilen ailem ve dostlarımın susma! demesine karşılık yeterki işi tam teslim alabilmek için sustum. 1 haftanın sonucunda benim farklı dil ile karşılık vermem ve sorduğu sorulara beklemediği yanıtlar vermem sonucu epey afallamış olarak geri adım atmak zorunda kaldı. Ya ben ne kadar zorlasam da asla bu insanların seviyesine inemiyorum. Elimde değil çirkefle çirkef olamıyorum. Aptalla aptal olamıyorum. Öyle salak gibi suratına baka kalıyorum. İçimden sadece bir insan bu kadar iğrenç nasıl olabiliyor diyorum. Bu kadar seviyesiz, insanlıktan nasibini almamamış nasıl olabiliyor diyorum. Jetonum mu köşeli yoksa nutkum mu tutuluyor bilemiyorum. Sonra kendi kendimi yiyip bitiriyorum. Neden bu insanlara katlanmak zorundayım diye? Hadi len gerizekalı neden diyemiyorum? Çünkü ben böyle bir terbiye almadığımdan. Edebi edebsizden öğrenin sözünü ilke edindiğimden. İşte bu sebeple buna katlandım ve dişimi sıktım. 

İşi devralıp tek başıma yola çıktığımın ilk haftasının sonucunda ise bambaşka bir durumla karşılaştım. Gördüm ki hala netleşmemiş birşeyler varmış meğer kafalarda. Sahte bir maske takınıp, ucuz söylemlerle işi toparlamaya çalıştıklarında da yüzlerine taktıkları maskelerin altındaki gerçek yüzlerini gördüm. Ki onlar bunun farkında bile değiller. Ama ben ne enteresandır ki bunu film gibi izleyebiliyorum. 3. haftanın sonunda kapıdan çıktığımda kararımı vermiştim. Geri dönmemek üzere evin yolunu tuttum.



 Eee bu kadar çilenin sonucunda eline ne geçti derseniz. Tekrar işsiz kalmamın haricinde aslında büyük bir kâr elde ettim. 1 yıldır uzak olduğum bir programı tekrar güncelleyerek kullanır hale geldim. Kendimi zorladığımda pek çok kişi için büyük bir sıkıntı olan durumlarla başa çıkabileceğimi görüp kendime olan güvenimi tazeledim. Korktuğum şeylerin aslında basit şeyler olduğunu keşfettim. Yani kısacası bu 3 hafta hem para kazandığım hem de kurs aldığım bir süreç olduğunu söyleyebilirim. Bir de enteresan kişilik yapısındaki insanları yakından tanımış oldum. Kendi yapabilirliklerimi çek etmiş oldum.



3 haftanın sonucunda 2 günlük bir kaçamak yaptım kendimi toparlayabilmek adına. Deniz her zaman en büyük ilacımdır. Üzerimdeki negatif enerjiyi aldığı gibi beni başka boyutlara geçirir. Yine aynısını yaptı. Nasıl da sakin ve duruydu anlatamam deniz. Pırıl pırıldı dibi. Martılar ve köpekler yürüyüşüme eşlik etti. Kafamdan herşeyi çıkartıp attım. Köpeklerle konuştum, kedileri sevdim. Bol bol ciğerlerime deniz kokusu çektim. Sabahları tembellik yaptım. Yılların alışkanlığı her sabah erkenden uyanırım, Gün ışığı uyumama engeldir. Uyanmama rağmen yataktan çıkmadım 2 saat.

Ve nihayet eve geri döndüm. En çok Pia özlemiş sanırım. Sevinçten havalara uçtu. Elbette insanın evi gibisi yok. Ama nedense ev bana unutmaya çalıştıklarımı hatırlatıyor. Eh ne yapalım buna da katlanacağız. Çare yok. Elbet bu da geçecek. Neler geçmedi ki!...

Bu arada oğlum bir akşam dışarıda yemeğe çıkardı bizi. Uygur kökenli arkadaşı ile birlikte Uygur mutfağını tanıttılar bize. Bunu da başka bir yazımda anlatacağım. Harika bir deneyim yaşadım.

Şimdilik bu kadar. Tekrar yazıncaya kadar hoşça kalın, sevgi ile kalın. Ruhsuz, insanlıktan nasibini almamış insanlardan uzak durun. Eğer bir çıkar, menfaat beklentisine girmezseniz emin olun o maskelerin altındaki gerçek yüzleri sizler de görebilirsiniz. Cesur olmaktan ziyade korkusuz olun demiş Hilmi Işıkören yazısında. Ben cesur oldum şimdi artık korkusuz olma yolundayım.


20 Şubat 2015 Cuma

BENİM KEÇİLERİ GÖREN VAR MI?



Yazmak, sadece yazmak istiyorum. Durmadan yazmak, yorulana kadar yazmak istiyorum.
4 saattir kulağımda kulaklık müzik dinliyorum. Bir ara iyice çozuttum yemek yaparken elimde tahta kaşık dans ettim, yetmedi dibimden ayrılmayan Pia'a ile dans ettim. Zavallım müziği duymadığından önce kafasını kafama dayadı sonra dönmeye başlayınca tırstı. Fırsatını bulunca da kaçtı masanın üstüne çıkıp oradan beni izlemeye başladı.

-eyvah anneyi yine kaybettik diyor sanki. İyi kadındı, hoş kadındı gitti güzelim annecik... der gibi bakıyor yüzüme.

Şimdi deme sakın bana sevgili okur ne oldu diye. Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime modundayım sadece. Eee bu şikayet değilmi diyorsan da yok bu valla şikayet değil sadece kendi kendimle konuşma halindeyim. Hani eskiden "kendi kendine konuşma insana deli derler" diye bir söz söylerdi büyüklerimiz ya işte ben de deli bir kadın olarak kendi kendimle konuşuyorum sayıyorum bu yazılarımı.

Diyorum ki; Sevgili Allah'ım. Hikmetinden sual etmediğim Allah'ım. Biliyorum beni seviyorsun. Ben de seni çok seviyorum. Verdiğin dertler böyle olsun varsın. Başka dert verme. Dert verip de derman aratma. Dermansız dertlerden de uzak eyle.
Amin amin amin...

Özgecan'ı duyduğum gün içimden geçen cümle "bembeyaz karın üstüne damlayan kan, insanlık adına utandığım an! " idi.

Bir genç kız ve bir genç delikanlının annesi olarak, bir kadın olarak, bir insan olarak söyleyecek hem çok sözüm var hem de artık diyecek bir sözüm yok durumdayım aslında. Allah'ım Özgecan'ın annesine ve babasına tüm ailesine sabırlar ver diyorum sadece. O kanı akıtanlara ise cehennemi bu dünyada da yaşat istiyorum.
Amin amin amin...

Televizyon, internet, haber, dizi ne varsa çıkarttım bu haftabaşı itibariyle hayatımdan. Ancak bazı gece uyku kaçınca 20 dk.lığına telefondan girip baktım face, maillerime, bloğuma. Yine ertelenmiş bizim tiyatro yazarlığı etkinliği kar nedeniyle. Sevinmedim dersem yalan olur çünkü hala daha ödevimi yapmadım. Oyun inceleme yazısı yazacaktık. Kendi oyunumuzun kurgusunu hazırlayacaktık. Bireysel veya grup olarak kendimiz başlayacaktık. Ama nerdeeeee? Tam bir heves oyunu okuyup yazmaya hazırlanıyordum ki tüm düzenim değişti. Malum iş konuları diyim siz anlayın. Bundan ötesi kısmet artık diyorum.

Gelelim benim bu yaman hallerime. Allah'ım Hz. Eyüp sabrının bir kısmını benim üzerimde mi deniyorsun diye isyana girecek bir soru sormak yerine Allah'ım beni isyan ettirecek ağır durumlardan uzak eyle diyorum.
Amin, amin, amin...

Ben ki inatçı ve sabırlı biriyimdir ama bazen karşınıza biri çıkar, o kişi ki kendini bilmez, hatta bilmediğini de bilmez biridir. Ama herşeyi bildiğini zannedendir. Üstelik siz bu yaman çelişkiyi çok net görebilirken sınırlı bir süre için bunu görmezden gelmek zorunda kalıyorsunuzdur. İnat ve sabırla direnmeye çalışıyorsunuzdur. Ama bir an geliyor ki içinizdeki o vahşi hayvan kalıntıları sizi dürtmeye başlıyor! İşte Allah'ım o noktada sana sığınıyorum yine beni duyuyorsun değil mi?
Ya Sabır! Ya Sabır! Ya Sabır...

Her zorluğun mutlaka mükafatı olduğuna inanan biri olarak mükafatımı yine Sen'den istiyorum.
Amin, amin, amin...

İşte böyle sevgili bloğum ve okurum. Bu seferki yazı da böyle oldu. Açık değil, net değil, anlaşılmaz, anlatılmaz ama yaşanır bir durum. Yine diyorum bunlar geçici dertler biliyorum. Özgecan'ın annesini düşününce kendi dert dediğimden utanıyorum. Benimkisi biraz nazlanma, serzeniş, iç konuşması, deli mi ne nin Deli Mine si. Kusura kalma. Deliye hergün bayram derdik ama öyle değilmiş meğer bazen yarım gün bayrammış. Anlayan anladı. Anlamayan anlayanlara sorsun ne diyim.

Sabredip, inat edip okuduysan bendensin. Yok bu ne ya diyorsan hala başka bir gün yine uğra daha anlaşılır bir yazı mutlaka bulursun burada diyorum ve bitiriyorum.

Sağlıcakla, huzurla ve bilgi ile kalın. Kan emen vampir kılıklı insanlardan uzak durun. Kişi sevdiği ile beraberdir. Sevgi ile kalın...

Karlar eridiğinde o kan damlası da kaybolup gidecek mutlaka ama her açan kardelen bize Özgecan'ı hatırlatsın başka Özgecan'ların canı yanmasın...




11 Şubat 2015 Çarşamba

DİLEDİĞİMCE...


Ne fırtınalar atlattım ben, ne boranlar
Kaç kez kırıldı yelken direğim.
Yine sardım sarmaladım
Çektim yelkenimi rüzgarlara karşı.
Kimi zaman boyumu aştı da dalgalar
Yılmadım...
Güvenli limanlara ulaşmaya çalıştım.
Umudum hep sevgi oldu.
Meğer ne çok açmışım sevgiye
Hep sevdim de hissedememişim sevildiğimi dilediğimce...

Martılarla arkadaşlık yaptım,
Ekmeğimi, aşımı paylaştım.
Mavinin en koyusunda yıkandım
Mehtaplı gecelerde hülyalara daldım.
Yalan şarkılar söyledim,
Yalan şiirler yazdım da
Gerçeğini içtim yudum yudum...

Kara bulutlar, kapkara geceden karasınız,
Ardınıza almışsınız da güneşi
Boğmak ister gibisiniz beni...
Oysa ben,
Çoktan koparıp da kanatlarımı
Bıraktım güvenli ellere emanet.
Artık uçmak değil yüzmek istiyorum.
Ulaşıp sakin bir limana
Huzurla yaşlanmak istiyorum...



(minelse 2015)

5 Şubat 2015 Perşembe

ÖZEL ve GÜZEL BİR HEDİYE


Sevgili blogger arkadaşlarıma duyurulur. 

"Değmesin Yağlı Boya" Sevgi hanımdan güzel bir hediye var. Siz de size ait, sizi tanımlayan bir logoya sahip olmak isterseniz eğer buyurun aşağıdaki yazıya.




Logon var mı?..yoksa olacak!
Nasıl mı?
Çok kolay..
İzleyicilerime özel olarak tasarlanacak 5 kişiden biri sen olabilir sana özel seni yansıtan logoya sahip olabilirsin...
Günümüzde bir çok emeğin çalındığı,resimlerin gerçek sahiplerinin bilinmediği aşikar..
Görsellerinize logo ekleyerek onları kişiselleştirebilir size ait olduklarını en iyi şekilde logonuzu ekleyerek garanti altına almış olursunuz dostlar..

Logolardan ve kalitelerinden biraz bahsedecek olursam her biri yüksek çözünürlükte zemini şeffaf net ve özgün yazı fontu ile birlikte renkli veya siyah beyaz olarak tasarlanacaktır.

Daha evvel tasarladıklarıma göz atmak isteyenelr olabilir kendilerini şu tarafa alalım :) LOGO TASARIMLARIM

Bu etkiliğe katılmak isteyen arkadaşların yapması gerekenler ise şunlardır:

  1. Değmesin yağlı boya ve Dolabistan bloglarımı izlemek,
  2. Instagram hesabımı takibe almak.
  3. Bloglarındaki duyuru linkini(yayın bağlantısını)yorum kutusuna bırakmak
  4. Bloglarında ve Instagramda  @degmesinyagliboya tag'ı ile duyurmak.


Size ulaşabilmem için mail adresinizi yazmayı unutmayın canlar..

Herkese sevgiler gönderiyor başarılar diliyorum :)

Etkinlik Cuma günü son bulacaktır..



Bu durumda yapmanız gereken Sevgi hanım'ın bloğuna hızlıca geçmek ;) 

Sağlıcakla...

http://www.degmesinyagliboya.com/2015/02/bes-kisiye-ozel-tasarm-logo-hediye.html


29 Ocak 2015 Perşembe

SESSİZ, SÖZSÜZ KONUŞMALAR...

                     
         
                                                         

Gözlerini kaldırıp dik dik baktı. Biraz ürkek ama çokça kızgın, kırgın ve üzgündü. Sümükleri akan burnunu çekti. Sağ kolunun üzeri çoktan kurumuş kayış gibi olmuştu. Eyvallahı kalmamıştı belliki. Elimi uzatmayı düşünürken durdum. Sadece gözlerinin içine bakıp belli belirsiz bir tebessümle gözlerimi kapatıp açtım. Göz bebeklerinin içine uzun uzun baktım.  Sanki içinden dil çıkarmak ister gibiydi. Küfreder gibiydi bakışları. Önce sık sık kaçırdı gözlerini sonra o da kilitlendi gözlerime. Sessiz, sözsüz konuştuk.

-Seni görüyorum kara gözlü çocuk dedim. Seni görüyorum, seni hissediyorum. Öfkeni, acını, büyüklüğünü görüyorum. Açlığını görüyorum. Yaralarını görüyorum. Yüreğinin yaraları vücudunun yaralarından daha büyük onu da görüyorum. Zehir gibi aklını okuyorum. Saniyenin binde birinde beni nasıl içtiğini beyin kıvrımlarınla onu da izliyorum. Kocaman dağları yerinden oynatacak cesaretini de. Korkusuz olduğunu da...

-Sen de kimsin be yaşlı kadın? Bana böyle bakmakla ne diyorsun bana? Yalansın sen de diğerleri gibi değil mi? Biraz sonra yürüyüp gidecek ve kaybolacak yalanlardan. Sana da kızıyorum öyleyse. Defol git bakma bana öyle. Alay mı ediyorsun benimle, çok mu zevk alıyorsun benim halime bakıp da. Hııı? cevap versene?

Senin çocuğun var mı? Onları seviyor musun? Benim yerimde onlar olsun ister miydin? Döver miydin onları? Sokağa atar mıydın? Yoksa koşup sarılır mıydın? Yavrum diye öpüp koklar mıydın? Niye cevap vermiyorsun da dik dik bakıp gülümsüyorsun hala? Hepiniz aynısınız hepiniz. Kimseye ihtiyacım yok benim. Bakma bana öyle. Gözlerime dikme gözlerini. Kimsin sen? Kimsin teyze?


-Neden sokaklardasın kara gözlü? Kim seni saldı sokaklara? Çocukluğunu kim çaldı? Annen yok mu seni arayan? Kimbilir nerelerde gözyaşı döküyordur senin için? Yoksa dökmüyor mudur? Peki ya baban? kardeşlerin? Nerede kalıyorsun? Kimlerin elinde tutsaksın? Bana gel desem? Seni alıp gitsem? Sana özlediğin istediğin evi versem kalır mısın? Yoksa yine çekip gider misin?

Ahhh! canım yanıyor sana baktıkça canım. Ama gülümsüyorum. Gülümsememe aldanasın diye gülümsüyorum. Oysa o kadar cin gibi bakıyorsun ki sana inanmıyorum diyorsun bakışlarınla. Gülümsemen sahte biliyorum diyorsun. Konuşsam sana ne söyleyebilirim ki? Konuşmaktan korkuyorum seninle. İnsanlığımdan utandığım anlardan birindeyim yine.


-Sen hep böyle salak gibi gülümser misin? Yoksa gerçekten salak mısın? Çok yaşlısın ondan mı?
Annemden de yaşlısın. Annem hiç gülümsemezdi. Hep kızgındı. Herşeyime kızardı. Sen kızar mısın çocuklarına? Senin çocuğun olsaydım bana kızar mıydın? Yoksa sarılır mıydın? Aslında fena birine de benzemiyorsun ama ne işime yarar ki az sonra kaybolup gideceksin herkesin yaptığı gibi. 

-Benim çocuğum olsaydın yaramazlık yaptığında ben de sana kızardım, hatta belki ufak tefek şaplaklarım da olurdu popona. Terlik atardım arkandan mutlaka. Ama seni çok severdim. Seninle el ele bir sürü oyunlar oynardım. Bol bol konuşurdum. Seni gözüm gibi sakınırdım kötülüklerden. Şimdi düşünüyorumda sana uzanan elleri hayal bile etmek benim canımı yakıyor. Çok küçüksün... Öyle küçüksün ki benden bile büyüksün yaşadıklarınla. Cesaretinle... 

Karanlıklardan korkuyor musun geceleri? 


-Sen benim annem olsaydın, seni de çıldırtırdım belki. O zaman böyle gülümsemezdin gözlerimin içine bakarak. Ama elimi tutardın di mi? Biliyor musun teyze sıcak bir evi özledim. Geceleri soğuk taş yataklarda yatmaktan nefret ediyorum. Karanlıklar artık ürkütmüyor beni. Köpekler çok havlıyor ama insanlardan daha çok korkuyorum. 

-Adaleti kendine dünya! Bilirim hikmetinden sual olunmaz. Ama çocuklara yüreğim el vermiyor, üstelik gücüm de yetmiyor hepsine. Senin merhametine sığınıyorum. Bu kara gözlüyü koru ve kolla iyice. Yitip gitmesin kara gözlerinden daha kara gecelerde. 

Üzgünüm kara gözlü, hem de çok üzgün... Biraz sonra senin dünyandan öylece çıkıp gideceğim için. Sana sadece güçlü olman için dua edeceğim. 


-Biliyorum biraz sonra sende hayal olacaksın yerine bir başkası gelecek. Ama seni sevdim galiba. Gitme desem kalır mısın biraz daha? Param olsa gitmemen için sana çay bile ısmarlardım. Belki konuşurduk da seninle. Ama ya yanlış anlarsan beni. Korkup terslersen? Kovalar, alay edersen benimle? Offf be teyze hala sırıtmalardasın. Bende az daha gevşiyordum senin yüzünden. Haydi sana uğurlar ola kaçtım ben. 

Arkasını dönüp yürüdü. 5, 6 adım sonra omzunun üzerinden geriye döndürüp de başını gözlerimi aradığını gördüm. Oysa ben hala arkasından aynı gülümseme ile bakmaktaydım. Gözleri gözlerimle buluşunca durdu ve gülümsedi. Ben de göz kırptım daha bir gülümsedim...



                                                            http://www.fotokritik.com/1112153/umut-kadikoyden-bir-sokak-cocugu-portresi
                     





19 Ocak 2015 Pazartesi

VEDALARDAN NEFRET EDERİM BİLİRSİN...




-Geriye dönüp bakmayacağım dedi arabadan inerken. Vedalardan nefret ederim bilirsin

-Bilirim ama ben ardından bakacağım sen de bunu çok iyi bilirsin dedi.

Arabadan indi, son kez baktı. Kararlı bir şekilde kapıyı kapatıp geriye dönüp yürümeye başladı. Arkasına dönüp bakmadı. Tıpkı yıllar önce yaptığı gibi. 

"Ben vedalaşmalardan nefret ederim" demişti o zamanda. Bu yüzden hiç bir zaman vedalaşmadılar. 

Belki bir daha hiç görüşmeyeceklerdi belki de tekrar görüşeceklerdi. Hiç bir şey planlanmamıştı hayatlarında. Varsa kısmette görüşürüz yine demişlerdi sadece. 

Ayaklarını sürüye sürüye bindi vapura. Yolcular arasından çarpa çarpa ilerleyip üst katın açık bölümüne geçti oturdu. Hem hava serin hem de vapurun hareketi ile esen rüzgarın soğukluğu kemiklerine kadar işledi. Yakasını iyice kaldırdı. Elinde olmadan titremeye başladı. Dizlerinden aşağısına hakim olamıyordu adeta. Ne kalabalığın sesi, ne denizin, ne de çığlık çığlığa olan martıların sesini duymuyordu. Ayağa kalkıp demirlerin yanına geldi. Ayakta olursam belki ayaklarımın titremesini kontrol edebilirim diye düşündü. Gözleri ile en uzak noktalara baktı. Sonra yükseklerden denize doğru baktı. Dalsam şu serin sulara ve yok olsam acaba söner mi yangınım dedi kendi kendine. Güç bulmak istercesine soğuk demirleri tuttu bir eliyle. Soğuk yangını bu olsa gerek dedi. Elinin yandığını sandı. Titremesi tüm vücudunu sardığında ayakta duramamaktan korkup tutunarak iç kısma geçti. Bu sefer oturacak yer aramadı. Oturmak istemiyordu. Oturursa kabullenmekten korkuyordu zayıflığını. Ayakta dimdik durmalıydı. Gözleri hala çakmak çakmaktı. Sımsıkı kapalı ağzında dişlerini sıktığının farkında bile değildi. Sadece tek bir şey düşünüyordu artık. Ve içinden söylediği tek cümle; 

"Haksızlık bu!..."

Tekrar dışarı çıkmadan ayakta dikilebileceği boş bir pencere kenarı  buldu. Başını cama dayayıp dışarıyı seyretmeye koyuldu.

Çaycının elindeki tepsiye vura vura,

-Çayyy, sıcak çayyyy! diye seslenmesi ile daldığı yolculuktan geri geldi. "Vapurdayım!" dedi kendine sanki hatırlatmak zorunluluğu hissetmiş gibi. 

"Biraz sonra ineceğim ve kendi dünyama geri döneceğim. Şimdi toparlanma zamanı, derin nefes al. Bir daha. sonra bir daha ve bir daha... Evet şimdi daha iyiyim. Daha iyiyim ve daha da iyi olacağım."

Her bir cümleyi tekrar tekrar geçiriyordu zihninden. Kendini düşüncelerine inandırmak adına zorluyordu. Başını dışarıdan içeriye çevirdi. Sırtını denize doğru verdi ve insanları incelemeye başladı. Boş gözlerle baktığı insan süretlerinden müthiş sıkılsa da ısrarla bakmaya devam etti. Elbet birinde takılıp kalacak ve sıyrılacaktı bu durumdan. Çok gerilerde kitap okuyan uzun saçlarını enseden toplamış gencin üzerinde takılı kaldı gözleri bir süre. İçinden kızdı. Söylenmeye başladı yine kendi kendine.

"Okuma! Sana diyorum salak kafalı o ku maaa! Bilmee! Sevmeee! O kitabı alıp senin kafana indirmek istiyorum. Kaldır kafanı ve beni gör!" dedi sessiz konuşmalarıyla. "Çünkü okumak, bilmek ve sevmek çok acı veriyor sonunda. Bu yüzden okuma! Üstelik kitaplar, romanlar yalan yazar, inanma, kanma sakın..." 

Kızdı gence bakışını başka yöne çevirdi. Küçük bir çocuk ile anne ve babasına gözü takıldı. Önce mutlu olur gibi hissetsede hemen ardından yine içindeki öfkesini hissetti. 

"Yazık çocuğum yazık sana. Yalan sevgilerde, yalan birliktelikler yaşayacaksın. Seni bu kadar seven annen ve baban bile bırakıp gidecek seni. Yalan dünyalar kuracaksın kendine. Hiç sevinme sahte gülüşlere..."

Sonra içindeki kırgınlık, öfke ve çığlık halindeki seslere daha fazla imkan sunmamak için aniden tekrar geriye döndü ve denize bakmaya başladı. İçerdeki uğultulu seslere takıldı bu sefer kulakları. Radar gibi tüm sesleri taramaya başladı. Görmese bile sesler yüzünden hala içinde tıpkı denizin köpüren dalgaları köpüren bir şeyler devam etmekteydi. 

"Çıkmalıyım, dışarı çıkmalıyım. Nefes almalıyım. Titremem de geçti, serin hava iyi gelir, " diyerek kendiyle konuşmasını sürdürerek tekrar dışarı açılan kapıya doğru gitti. Ağır kapıyı zorlayarak açtı ve buz gibi hava ile saçları uçuştu.  Derin bir nefes aldı, içi ürperdi. 

"Ohhh, dedi tekrar derin bir nefes alırken, Bu iyi geldi..."

Çantasından sigarasını çıkarttı. 

"Hay Allah tam da bırakmak üzereydim. Ama şimdi umurumda bile değil sağlığım. Atın ölümü arpadan olsun derler, varsın olsun. Arpa ölümüm olsun ne çıkar..."

Boş bir tahta banka oturdu. Çaycıya işaret etti, bir çay diye. Çaycı gördü ve başıyla tamam geldim dedi. Sigarasını yaktığında çayıda gelmişti. 

Kulaklığını cebinden çıkartıp müzik açtı. Artık ne insanlar, ne sesler umurunda değildi. Sadece deniz, soğuk esen rüzgar, özlemle içine çektiği sigarası ve elinin içinde sımsıkı tuttuğu sıcak çay. 

Az sonra vapurdan inip kalabalığa karışacak ve sıradan insanlarla birlikte sıradan hayatına geri dönecek olması artık canını acıtmıyordu. Nasıl bu kadar kolay durumdan duruma geçtiğine kendi de şaşıyordu. Az önce yaşadığı öfke patlamasının yerini şimdi umutsuz bir melankoli almıştı. 

"Silmeliyim, dedi. Herşeyi silmeliyim. Geçmişimi, geleceğimi, bu günü herşeyi silmeliyim. Kimse kim olduğumu yine bilmemeli. Tek gerçeğim, kendim. Geride acımasızca bıraktıklarım, karabasanlarım, kabuslarım benim bildiğim olmalı. Diğerlerinin bildiği ise öksüz ve yetim biri olduğum. Hiç ağlamadığım, çok çalıştığım, çocukların en çok sevdiği oyun arkadaşları olduğum. Gerisini bilmelerine asla gerek yok. Bu kadarı yeterli..."

Şimdi daha rahatlamıştı. Çayından son bir yudum aldığında sigarasını da bitirmişti. Vapur yavaş yavaş yanaşmaya başladığında, yolcularda da telaşlı bir kıpırdanış başlamıştı. O ise hala istifini bozmadan oturmaya devam ediyordu. Çayın parasını çay tabağının kenarına bıraktı. 

Vapur yanaştı, yolcular yarışırcasına inmeye çalıştılar. Kendi gibi çok az ehlikeyif insanı kaldığını görünce ayağa kalkıp telaşsız hallerle merdivenlere yöneldi. Az sonra kalabalığa karıştı ve yitip gitti... 




14 Ocak 2015 Çarşamba

BİLİYOR MUSUN?



Oysa ben sana hayatı benimle yaşa demiştim,
Elimi tut bırakma demiştim,
Ben ki bereketli topraklarımda 
Her mevsim mis kokulu 
Yediveren gülleri açardım,
Tadını hiç bilmediğin, bilmek istemediğin,
Cennet meyvelerim vardı dallarımda benim.
Billur ırmaklarım vardı içimde akan 
Çamura döndürdüğün...

Oysa sen şimdi bana,
Hayatı seninle yaşamak istiyorum diyorsun.
Elimi tut bırakma diyorsun.
Çölleşmiş topraklarımda 
Artık açmayacak güllerimi kokluyorsun.
Kurumuş dallarımda bir daha hiç büyümeyecek 
Cennet meyvelerime el uzatıyorsun.
Ve soyunup tüm kirlerinden 
Çamurlu sularımda yıkanmak istiyorsun

Soruyorum sana farkında mısın?
Bana ne yaptığını biliyor musun?


                                                      http://www.goktepeliler.com



9 Ocak 2015 Cuma

AŞKsızım...

                       



                        Akşam olunca
                       Yalnızlığım çöker üstüme,
                       Kimsesizliğim, yitikliğim...
                                                                      
                      Başım döner, ellerim titrer, sözüm biter, 
                      Çaresizliğim,
                      Ah bu çaresizliğim...
                                    
                      Soğuk bedenim, görmeyen gözlerim,
                      Susan dillerim, 
                      İllede deliliğim, yaman deliliğim...
                      Kahreden, kızdıran deliliğim... 

                     Umursamazım, 
                     Aymazım,
                     AŞKsızım...