19 Ocak 2015 Pazartesi

VEDALARDAN NEFRET EDERİM BİLİRSİN...




-Geriye dönüp bakmayacağım dedi arabadan inerken. Vedalardan nefret ederim bilirsin

-Bilirim ama ben ardından bakacağım sen de bunu çok iyi bilirsin dedi.

Arabadan indi, son kez baktı. Kararlı bir şekilde kapıyı kapatıp geriye dönüp yürümeye başladı. Arkasına dönüp bakmadı. Tıpkı yıllar önce yaptığı gibi. 

"Ben vedalaşmalardan nefret ederim" demişti o zamanda. Bu yüzden hiç bir zaman vedalaşmadılar. 

Belki bir daha hiç görüşmeyeceklerdi belki de tekrar görüşeceklerdi. Hiç bir şey planlanmamıştı hayatlarında. Varsa kısmette görüşürüz yine demişlerdi sadece. 

Ayaklarını sürüye sürüye bindi vapura. Yolcular arasından çarpa çarpa ilerleyip üst katın açık bölümüne geçti oturdu. Hem hava serin hem de vapurun hareketi ile esen rüzgarın soğukluğu kemiklerine kadar işledi. Yakasını iyice kaldırdı. Elinde olmadan titremeye başladı. Dizlerinden aşağısına hakim olamıyordu adeta. Ne kalabalığın sesi, ne denizin, ne de çığlık çığlığa olan martıların sesini duymuyordu. Ayağa kalkıp demirlerin yanına geldi. Ayakta olursam belki ayaklarımın titremesini kontrol edebilirim diye düşündü. Gözleri ile en uzak noktalara baktı. Sonra yükseklerden denize doğru baktı. Dalsam şu serin sulara ve yok olsam acaba söner mi yangınım dedi kendi kendine. Güç bulmak istercesine soğuk demirleri tuttu bir eliyle. Soğuk yangını bu olsa gerek dedi. Elinin yandığını sandı. Titremesi tüm vücudunu sardığında ayakta duramamaktan korkup tutunarak iç kısma geçti. Bu sefer oturacak yer aramadı. Oturmak istemiyordu. Oturursa kabullenmekten korkuyordu zayıflığını. Ayakta dimdik durmalıydı. Gözleri hala çakmak çakmaktı. Sımsıkı kapalı ağzında dişlerini sıktığının farkında bile değildi. Sadece tek bir şey düşünüyordu artık. Ve içinden söylediği tek cümle; 

"Haksızlık bu!..."

Tekrar dışarı çıkmadan ayakta dikilebileceği boş bir pencere kenarı  buldu. Başını cama dayayıp dışarıyı seyretmeye koyuldu.

Çaycının elindeki tepsiye vura vura,

-Çayyy, sıcak çayyyy! diye seslenmesi ile daldığı yolculuktan geri geldi. "Vapurdayım!" dedi kendine sanki hatırlatmak zorunluluğu hissetmiş gibi. 

"Biraz sonra ineceğim ve kendi dünyama geri döneceğim. Şimdi toparlanma zamanı, derin nefes al. Bir daha. sonra bir daha ve bir daha... Evet şimdi daha iyiyim. Daha iyiyim ve daha da iyi olacağım."

Her bir cümleyi tekrar tekrar geçiriyordu zihninden. Kendini düşüncelerine inandırmak adına zorluyordu. Başını dışarıdan içeriye çevirdi. Sırtını denize doğru verdi ve insanları incelemeye başladı. Boş gözlerle baktığı insan süretlerinden müthiş sıkılsa da ısrarla bakmaya devam etti. Elbet birinde takılıp kalacak ve sıyrılacaktı bu durumdan. Çok gerilerde kitap okuyan uzun saçlarını enseden toplamış gencin üzerinde takılı kaldı gözleri bir süre. İçinden kızdı. Söylenmeye başladı yine kendi kendine.

"Okuma! Sana diyorum salak kafalı o ku maaa! Bilmee! Sevmeee! O kitabı alıp senin kafana indirmek istiyorum. Kaldır kafanı ve beni gör!" dedi sessiz konuşmalarıyla. "Çünkü okumak, bilmek ve sevmek çok acı veriyor sonunda. Bu yüzden okuma! Üstelik kitaplar, romanlar yalan yazar, inanma, kanma sakın..." 

Kızdı gence bakışını başka yöne çevirdi. Küçük bir çocuk ile anne ve babasına gözü takıldı. Önce mutlu olur gibi hissetsede hemen ardından yine içindeki öfkesini hissetti. 

"Yazık çocuğum yazık sana. Yalan sevgilerde, yalan birliktelikler yaşayacaksın. Seni bu kadar seven annen ve baban bile bırakıp gidecek seni. Yalan dünyalar kuracaksın kendine. Hiç sevinme sahte gülüşlere..."

Sonra içindeki kırgınlık, öfke ve çığlık halindeki seslere daha fazla imkan sunmamak için aniden tekrar geriye döndü ve denize bakmaya başladı. İçerdeki uğultulu seslere takıldı bu sefer kulakları. Radar gibi tüm sesleri taramaya başladı. Görmese bile sesler yüzünden hala içinde tıpkı denizin köpüren dalgaları köpüren bir şeyler devam etmekteydi. 

"Çıkmalıyım, dışarı çıkmalıyım. Nefes almalıyım. Titremem de geçti, serin hava iyi gelir, " diyerek kendiyle konuşmasını sürdürerek tekrar dışarı açılan kapıya doğru gitti. Ağır kapıyı zorlayarak açtı ve buz gibi hava ile saçları uçuştu.  Derin bir nefes aldı, içi ürperdi. 

"Ohhh, dedi tekrar derin bir nefes alırken, Bu iyi geldi..."

Çantasından sigarasını çıkarttı. 

"Hay Allah tam da bırakmak üzereydim. Ama şimdi umurumda bile değil sağlığım. Atın ölümü arpadan olsun derler, varsın olsun. Arpa ölümüm olsun ne çıkar..."

Boş bir tahta banka oturdu. Çaycıya işaret etti, bir çay diye. Çaycı gördü ve başıyla tamam geldim dedi. Sigarasını yaktığında çayıda gelmişti. 

Kulaklığını cebinden çıkartıp müzik açtı. Artık ne insanlar, ne sesler umurunda değildi. Sadece deniz, soğuk esen rüzgar, özlemle içine çektiği sigarası ve elinin içinde sımsıkı tuttuğu sıcak çay. 

Az sonra vapurdan inip kalabalığa karışacak ve sıradan insanlarla birlikte sıradan hayatına geri dönecek olması artık canını acıtmıyordu. Nasıl bu kadar kolay durumdan duruma geçtiğine kendi de şaşıyordu. Az önce yaşadığı öfke patlamasının yerini şimdi umutsuz bir melankoli almıştı. 

"Silmeliyim, dedi. Herşeyi silmeliyim. Geçmişimi, geleceğimi, bu günü herşeyi silmeliyim. Kimse kim olduğumu yine bilmemeli. Tek gerçeğim, kendim. Geride acımasızca bıraktıklarım, karabasanlarım, kabuslarım benim bildiğim olmalı. Diğerlerinin bildiği ise öksüz ve yetim biri olduğum. Hiç ağlamadığım, çok çalıştığım, çocukların en çok sevdiği oyun arkadaşları olduğum. Gerisini bilmelerine asla gerek yok. Bu kadarı yeterli..."

Şimdi daha rahatlamıştı. Çayından son bir yudum aldığında sigarasını da bitirmişti. Vapur yavaş yavaş yanaşmaya başladığında, yolcularda da telaşlı bir kıpırdanış başlamıştı. O ise hala istifini bozmadan oturmaya devam ediyordu. Çayın parasını çay tabağının kenarına bıraktı. 

Vapur yanaştı, yolcular yarışırcasına inmeye çalıştılar. Kendi gibi çok az ehlikeyif insanı kaldığını görünce ayağa kalkıp telaşsız hallerle merdivenlere yöneldi. Az sonra kalabalığa karıştı ve yitip gitti... 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder