16 Aralık 2013 Pazartesi

6. GÜN MUTFAK PENCEREM...


Mutfak penceremin önünde duruyorum yemek yaparken. Fırınlı ocağım pencere kenarında çünkü ve yemek yaparken mutlaka pencerenin önünde duruyor oluyorum. Havanın iyi olduğu günler boyunca o pencere hep açıktı yemek yaparken, malzemeleri hazırlarken, pişirirken, yerken hep açık anlayacağınız. 

Mutfak pencerem hemen yanımızdaki metal kesim atölyesine bakıyor. Tek katlı ama oldukça yüksek bir yapı. Dolayısı ile çatısı benim penceremin hizasında. İki bina arasında yaklaşık 4-5 metre mesafe var. Ve nedense bahçe içindeki 5 katlı apartmanın araba park yeri arka sokağa bakan cephesinde. Bu yüzden bahçenin iki girişi var. Ön bahçe girişi apartmanın ana giriş kapısına bakarken arka giriş bu taşlık alana geçişi sağlıyor. iki sokak arasındaki transit geçiş sağlaması ile mahalle halkı için de bir kestirme yol oluyor. Her iki girişte de demir kapı olmasına rağmen çevredeki insanlar alışmışlar demir bahçe kapısını açıp geçiyorlar rahat rahat. İlk zamanlar bahçeye her gireni bizim apartmana gelmiş sanıyor, bahçeden her çıkanı apartmandan çıkan diye düşünüyordum. Zamanla alıştım kel alaka insanların bahçeden geçip gitmesine. 

Hafta içi ve cumartesileri çalışıyor metal atölyesi. Çıkardığı seslere benim migren ağrım tutmadıysa alıştık ailece diyebilirim. Cısss, tak, tançtunç, tooğkkk, toss gibi sesler sokakların ve caddelerin gürültüsü arasında duyulmaz oluyor adeta. Neredeyse 3 yanımız yakın ana cadde bu arada. Müthiş de ses kirliliği var. Bir kere her akşam havai fişek sesleri, sanki savaşa girmişiz gibi duygu uyandırıyor insanda. Sonra araba yarışları, bir fren sesleri çıkıyor ki anlatılmaz yaşanır. Cadde ve sokaklarımız San Francisco caddelerini aratmıyor. İn-çık, in-çık. Araba ile iyi de yürüdüğünde iflahı kesiliyor insanın. Sonra bir de asker uğurlamaları var. Ama o ne uğurlama. Gecenin 3’ne kadar devam eden bir korna sesi, davul zurna sesi, havai fişek sesi. Yani başka nerede böylesi bir gürültülü mahalle, semt var bilmiyorum. Maç zamanları karşı köşedeki pastanede topluca seyredilen maçın skorunu izlemesek bile takip edebiliyoruz rahat rahat.

Şimdi konuyu dağıttığımı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. İşte ben mutfak penceremden kafamı uzatıp baktığım, atölye ile apartmanımız arasındaki o geniş taşlık alanda mahallenin büyüklü küçüklü çocuklarının oyun seslerini dinliyorum. Avaz avaz, ciyak ciyak bağırtılarını. Kızlar bir grup, erkekler bir grup oluyorlar. Yakan top, tekerleme, aç kapıyı bezirgan başı, saklambaç, körebe, kuka… akla ne gelirse hep birlikte oynuyorlar. 4 yaş ile 14 yaş arasında değişiyor yaşlar. Onların seslerini dinleyerek yemek yapıyorum. Ara ara camdan dışarı kafamı uzatarak onları izliyorum. Bana çocukluğumun mahallesini hatırlatıyor onların böyle oynaması. Artık böyle sokakta oynayan çocuklar kalmadı büyük şehirlerde. Bazen apartmanın ön cephesindeki gerçekte cadde ama bize göre sokak olan yerde bazende arka sokakta binaya bitişik otopark alanında oynuyorlar.  Yine hep avaz avaz, ciyak ciyaklar. Hele bir de kavgaya tutuşmuşlarsa kızlarla erkekler… Aman Allah’ım kızların incecik seslerini bastırmak öyle kolay mı? Erkek çocukları istedikleri kadar efelensinler kızların ciyaklayarak bağıran sesleri baskın çıkıyor. Erkek çocuklarının içinde yaşça büyük olanlar kızları susturabilmek için öne çıkıp tehditler savurunca kızların imdadına evdeki ablalar yetişiyor. Hemen gelip ciyaklayan kardeşini kolundan tutup doğru eve diyor. Diyor demesine de bir yandan da tehditler savuran büyük erkek çocuğuna da ağzının payını vermeye devam ediyor. Çünkü abla erkek çocukla ya aynı yaşta yada birkaç yaş büyük.  Allah’tan bu durum silsile yoluna gitmiyor. Sonra bir müddet küslük, somak sarkıtmak, karşılıklı omuz silkmeler, ters bakmalar, ayrı ayrı oynamalar şeklinde devam ediyor. Ancak kısa sürede oyunların yavanlığı birlikte oynamak isteğini canlandırıyor ve aralarında sulh ilan ederek, karşılıklı şartlar koşarak tekrar birlikte oynamaya başlıyorlar. Yine ciyak ciyak bağıra bağıra oynanmaya devam kısacası. 

İşte yine böyle bir gün bizim taşlıkta oyun oynuyorlar ve avaz avaz bağırıyorlar. Hiç kızmama rağmen o gün nedense gürültü kaldıramadığımı fark ettim. Pencereden dışarı baktığımda oyunu bırakmış yere oturmuş olduklarını gördüm. Yanyana oturuyorlar ama kendilerini öyle kaptırmışlar ki hala daha aynı tempoda bağırarak konuşuyorlardı. Dayanamadım seslendim;

– Çocuklar! 

– Şiiştt çocuklarrrrr! 

–Bağıran çocuklarrrr!!!  Tık yok. Duymuyorlar beni. Gözümü kararttım ve avazım çıktığı kadar 

– LEEENN Bİ SUSUN DA!!! 

Tak diye herkes sustu anında. Tüm kafalar yukarı 2. Kattaki mutfak pencereme çevrildi. Sesimi normale çevirdim ve 

–Bakın saatlerdir bağıra bağıra oynuyorsunuz sesimi çıkarmıyorum ama biraz daha bağırmaya devam ederseniz kafanızdan aşağı bir kova su dökeceğim haberiniz olsun. Ya bağırmadan oynayın ya da herkes evine dağılsın dedim. Sonra ne mi oldu. Oturmaya devam ettiler. Belli ki yorulmuşlar. Aralarında konuşmalara devam ettiler. En çok cırlayan küçük erkek çocuğu kendini toparlamada zorlandı. Ama ne zaman sesini yine aynı şekilde yükseltse diğerleri; 

–Oğlum sus biraz, teyze kovayı hazırlamış diyerek normale döndürdüler. Güldüm her konuşmalarına. Ama en azından sesler normale dönmüş oldu. Gitmelerini hiç istemem. Aynı şekilde büyümelerini de istemiyorum. Büyüseler bile yerlerini küçük kardeşleri doldursun isterim. Onların oyunları, aralarındaki konuşmaları, birbirlerine karşı verdikleri mücadeleler, karşılıklı yaptıkları nispetler beni hep gülümsetiyor. Çünkü bu çocuklar mutlu. Bu çocuklar enerjilerini fiziksel oyunlarla atıyorlar. Sağlıklı gelişiyorlar. Büyüdüklerinde anlatacak, hatırlayacak güzel anıları oluşuyor.

Mutfak penceremden çok seyrek de çıksa kurumuş ekmekleri frizbi atar gibi atölyenin çatısına atıyorum zaman zaman. Asla çöpe ekmek atmam, pencere önüne de koymam bu yöntem beni büyük bir sıkıntıdan kurtarıyor. Her sabah küçük kuşlar, kargalar hatta martılar bile geliyor o çatıya. Gece attığım birkaç küçük dilim ekmek öğlene kalmadan son kırıntısına kadar bitmiş oluyor.


Benim mutfak pencerem manzara görmüyor, yan binanın duvarına ve çatısına bakıyor belki ama en güzel gülümsemelerim kuşların bana verdikleri selamlarda ve çocukların oyun seslerinde kendiliğinden oluşuyor.


ps: bu yazımı 6 aralık tarihinde yazmış ancak yayınlayamamıştım. yine de eklemek istedim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder