4 Ocak 2014 Cumartesi

KÜÇÜK ÇAPLI BİR FİRAR …

Yeni yılın ilk iş günü öğleden sonra iş yerinden firar ettim. Atladım belediye otobüsüne ver elini Kadıköy. Kızımla Kadıköy’de buluşacağız. Sonra o arkadaşları ile buluşacak ve birlikte ama ayrı ayrı Taksim’e gideceğiz. Nasıl yani diyorsanız bu ikimiz arasında bir sır sadece.

Onlarla birlikte Taksim’e gittiğimi sadece kızım biliyor olacak, sonra dönüşte ben annemle buluşacağım diyerek onlardan ayrılacak ve biz ikimiz başbaşa döneceğiz. Planımız bu. Çünkü gençler bu tür etkinliklerde yanlarında anne, baba, gözetmen vs. ile birlikte gezecekleri ortamları asla istemiyorlar haklı olarak. Biz de aynı ortamlarda farklı alanlarda durarak yolculuk edecektik. Kızımla konuşmak yerine ara ara mesajlaşarak durumu kontrol ettik.

Grubun toplanması açısından gelen bir vapuru es geçtik. İkinciyi de es geçtik. Üçüncü de ben biniyorum diye mesaj attım ve bindim. Beşiktaş ta inince “indim” mesajıma, “bindik” yanıtı geldi. Hangi otobüslerin Taksim’den geçtiğini sorup hemen yazdım ve ben biniyorum gelen otobüse dedim. Tamam yanıtı ile ilk gelen otobüse bindim, Taksim meydanda indim. Otobüste Fransız, Japon, Kore, İngiliz turistler sağlı sollu her yerdeler. Saat 7’ye geliyor. Kızıma yazıyorum yine “indim otobüsten” yanıt “biz de bindik”

Önce bir pusulamın karıştığını ifade edeyim. Çünkü 30 yıllık bir aradan sonra akşam vakti ilk defa Taksim’in orta yerindeydim. Dayımlar Gümüşsuyu’nda oturduklarından çocukluğumda sık sık onlara gidip gelirdik. Dayımın oğlu ile aynı yaşta aynı kafada olduğumuzdan birlikte evden firar eder yakın yerleri gezer gelirdik. Arkadaşlarımla Açıkhava konserlerine gelirdik. 30 yıl önce ben burada iyi bir işe girmiş çalışıyordum. Sonra istanbul’dan taşındık. Bir ayağım İstanbul’da olmasına karşılık yolum hiç buraya düşmedi. Tekrar İstanbul’a geri geldiğimde de her şeyden bir koptum tam koptum.

4 yıl önce yani 2010 yılında oğlumun pasaport işi için arabayla gelip işimi halledip aynı hızla dönüş yapmıştım. Bir de aynı yıl Cemal Reşit Rey’de  40. Yılı nedeniyle Moskova Grand Klasik Balesi Devlet Akademik tiyatrosu ve Bolşoy Tiyatrosunun dünyaca ünlü yıldızlarının sahne aldığı bir geceyi izlemek üzere davetli olarak gelmiştim. Gecenin bitiminde yürüyerek Taksim’e çıkıp dolmuşla Anadolu yakasına geçmiştik. Bunların haricinde başka gelmişliğim hele de İstiklal caddesine hiç olmadı.

Meydandaki kestaneciye Fransız konsolosluğunun hangi yönde olduğunu sorduktan sonra artık kimseye ihtiyacım kalmıyor. Kızıma yazdım “ben açılışa gidiyorum. Siz gelene kadar çıkmış olurum, karşılaşmayız." Kızımın atölye öğretmeninin resim sergisi açılışına gidiyoruz bu arada. "Bakan Bakana" isimli sergi Ahmet Sayar'a ait. Kalabalıklar içinde İstanbul'un çeşitli semtleri görülüyor. Farklı teknikler kullanarak yaptığı 3 boyutlu tabloları dışında insan topluluklarını ifade etmiş resimlerinde. Her bir resimde farklı ama tanıdık bir semt olmasına karşılık gölgeler şeklindeki kalabalık insan siluetleri izleyicide üzerinde düşünülmesi gereken bir etki bırakıyor. Sergiyi gezip çıkıyorum sonra ver elini İstiklal Caddesi. Ağır ağır Galatasaray lisesinin oraya kadar yürüyüp dönüyorum. Kızım arıyor “birazdan çıkacağız neredesin? “ Arkadaşlarına benimle buluşacağını söyleyip izin istemiş. Az sonra buluşup anne kız Tünel’e doğru yürümeye karar veriyoruz. Galatasaray Lisesine gelince "burası meşhur Galatasaray Lisesi" diyorum. Cumartesi anneleri her cumartesi burada toplanır. İstiklal'de bulunduğun yeri tarif etmek için burası merkez olarak alınıp konum bildirilir" diyorum. Balıkçılar sokağını geziyoruz. Esnafın biri ile sohbet ediyorum. Nazar boncuklu iğne hediye ediyor ikimize. Siz de tarihi eser olmuşsunuz diyor gülüyoruz. Yürümeye devam ediyoruz.”Bak, diyorum şurada Kazım Taşkent Sanat Galerisi vardı. Mutlaka uğrardım.” Biraz aşağısında Odakule sanat galerisini gösteriyorum. “Eskiden burası da boydan boya sanat galerisiydi. Gezmeden geçmezdim”. Şimdi yerlerini mağazalar doldurmuş ne yazık ki… Devam ediyoruz. Sol tarafta kiliseyi görüyoruz. Bahçesinde ışıklar şıkır şıkır. Giren çıkan çok. Bakıyoruz birbirimize girelim diyoruz. Kilise tabiki kapalı bahçesindeki temsili yeni yıl dekorlarını görüyoruz. Millette bizim gibi meraktan geziyor. Hz. Meryem ve Hz. Zekeriya ve de bebek olarak Hz. İsa. Bir de Zekeriya peygamberin sevimli eşeği. Bir kulübede büyük heykeller halinde tasvir edilmiş. Fazla oyalanmadan çıkıyoruz yine sokağa. Kalabalıklar içinde Tünel’e yaklaşıyoruz ki kızımın kulağına eğilip “sana başka bir yer daha göstermek istiyorum” diyorum. Türk olduğundan emin olduğum birine Galata Kulesine kestirme olarak nereden gidebileceğimi soruyorum. Aslında biliyorum ama emin olmam gerekiyor gece gece kaybolmak istemem hele ki kızımın yanında asla. Sokağa giriyor ve yürüyoruz. Yorgunluktan belim, arnavut kaldırımlı sokaklarlardan ve yokuş aşağı yürümekten zavallı ayaklarım çoktan isyan etmiş durumda.

Buluyoruz sonunda. Yorgun bir halde “bak ve gidelim” diyorum. “Saçmalama anne yukarı çıkıp bakmadan gitmeyeceğiz herhalde” diye bir yanıt alıyorum. Acaba gezebilir miyiz düşüncesi ile içeri giriyoruz ki uzunca bir turist kuyruğuyla karşılaşıyoruz. Bu arada içeri giriş biletle. Kişi başı 6,5. Ceplerimizdeki bozuk paraları birleştirip tamam diyoruz. Ama bankonun önüne gelince gördüğümüz şey 6,5 Euro olduğu gerçeği. Sıra bize geldiği için mecbur soruyoruz “1 kişi ne kadar acaba?” “Türk vatandaşına 6,5 TL. hanımefendi.” Oley biz de buna göre hazırlamıştık paramızı. 30 yıl önce bir iki kez gelip ücretsiz olarak rahat rahat gezmiştim ama gündüz gözüyle elbette. Şimdi ilk kez gece görecektim. Biletimizi alıp asansör sırasına giriyoruz. 7. Kat restoran katı. 2 kat daha yürüyerek çıkılıyor balkon kısmına. Sonra balkonu tam tur dönmek için mücadeleye başlıyorsunuz. Neden mücadele? Gece ve İstanbul.  Üstelik Galata kulesinden. Tek kelime ile muhteşem.
Balkonda önümüzde arkamızda bulunanların hepsi turist. Daracık bir balkon. Ve ben aşağı bakamıyorum yükseklik korkumdan. Başım dönüyor dizlerim titriyor. Duvara yaslana yaslana manzarayı görmeye çalışıyorum.
                         
                                                     
                                     galata kulesinin balkonu resmi
                                

Galata Kulesi'nden enfes İstanbul boğazı, gemiler, tekneler ve 1. köprü, Galata köprüsü, Unkapanı köprüsü, Topkapı sarayı, Ayasofya, Sultan Ahmet Camii, Nuri Osmaniye, Eminönü Camileri, Kandilli rasathanesi, ve daha fazlası aşağıda ve karşınızda ışıl ışıl önünüze serilmiş durumda. Görenler bilir ama görmeyenler için anlatmak yeterli değil mutlaka gidilip görülmesi lazım. Milim milim ilerliyoruz. Herkesin elinde fotoğraf makinaları sürekli çekim yapıyorlar. Yarım saat sonra nihayet tamamlayıp içeri giriyoruz. 2 kata inip dinleniyoruz. Çünkü daha 7 kat var. İniş merdivenlerden. Baştan belirteyim uzun boylular, yaşlılar, bebek arabası olanlar asansör ile iniyorlar. Çünkü merdivenlerin tavanı çok alçak, üstelik dik ve dar. Bizim için eğlenceli bir iniş oldu. her bir nişi inceledik. kilitli kapıları acaba açık mıdır diye kurcaladık. Geçmişi hayal ettik. Ne amaçla yapıldı? Neler yaşandı? Bu kapıların ardındaki yerler nerelere açılıyor? Sorularını sorduk birbirimize. Yanıtlar kimbilir oldu hep...


(manzara, resimler ve bilgiler için http://tr.wikipedia.org/wiki/Galata_Kulesi ne kestirmeden başvurabilirsiniz)

Dışarı çıkıp telefonla fotoğraf çektik. Koskoca fotoğraf makinasını evde unutursan böyle olur işte. Neyse en azından fotoğraf çekelim, şöyle çekelim diye uğraşmamış olduk. Doya doya manzaranın tadını çıkarttık. Artık tekrar yokuş çıkarak Tünel’den tarihi metro ile aşağı inmek yerine yürüyerek 5 dakika da Karaköy e iniverdik kestirmeden. Ayaklarım ve belim felç durumda kendimizi vapura attık. Sonra otobüs ve evimiz. Baba oğul yemeklerini yemişler. Biz de hem atıştırıp hem de neden geç kaldığımızla ilgili maceramızı anlatıyoruz.  

Yeni yıla hızlı bir giriş mi oldu dersiniz?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder