3 Haziran 2014 Salı

Tanık mısınız? Yazar mısınız?



Sevgili Evdeyazar, güzel bir konuya değinmiş.Tarihe tanıklık ediyoruz farkında mısınız? yazısı ile. Üzerinde düşünme ihtiyacı hissettim. Yorum yazmak istedim ancak uzun bir yorum ortaya çıkınca kendi makalemin oluştuğunu görüp paylaşmak istedim.

Tarih demek yaşanmışlık demektir. Tarihi yorumlamak da genellikle üzerinden belli zaman geçtikten sonra daha isabetli olabiliyor. Çünkü bildiğimiz gibi bir şeyin bitimi bir başka şeyin başlangıcıdır. Ve bunun ne kadar doğru ne kadar yanlış olduğunu anlayabilmek için biten şeyin üzerinden belli bir veya bir kaç dönemin geçmesi gerekir.

Tarihi veya tarihi olayı yazmak bir yerde en basitinden kompozisyon veya uzun bir roman yazmaya benzer.


Makale, roman yazarken kullanılan yöntem ile tarih yazarken kullanılan yazım metodlarını isimlendirirsek “serim-düğüm-çözüm” ile “giriş-gelişme-sonuç” şeklinde yazılmasıdır diyebiliriz. Aralarındaki fark birisinin düşünce yazılarında diğerinin de olay yazılarında kullanılması.


Tarih yazımında bu bölümlerin süreleri değişkendir. Giriş bölümleri geçmişten gelen bazı şeylerin birikimi veya çıkar amaçlarının yön değiştirmesi ile başlar. Bu durum ufak tefek huzursuzluklar ve tepkilerin başlamasına neden olur. Sonra o tepkiler amaçlar doğrultusunda suni olarak alevlendirilir. Kitlesel olarak yönlendirilecek okuyucu yani halk artık doğru bildiklerinden şüphe eder duruma gelir. Kafası karışır amaç tam da budur aslında. Gelişme bölümünde ne kadar çok kargaşa varsa o kadar iyidir. Sonuç ihtimali önceden tasarlanana yakın olur. Sonuç her zaman yeni bir başlangıç olduğundan net değerlendirebilmek için beklemek gerekir.


Roman/hikaye yazarı kurgusal karakterlerle, kurgusal olayları aktarır okuyucusuna. Okuyucu zaman içinde yazarla birlikte tepki vermeye başlarlar. Doğruyu yanlış, yanlışı doğru bildirme lüksü her zaman vardır ve okuyucu buna inanırak tepkisini ortaya koyar. Buna rağmen romanın/hikayenin sonunu kesin olarak yazar! belirler. Ancak iş burada romandan çıkıp Tarih yazmaya gelindiğinde okuyucu romanın içindeki bir karakter olur ve tepe yazarlarının! kasıtlı yönlendirmeleri ile tarih yazımının devamını belirler. “Çıkar yandaşlığı” veya “çıkar çatışması” hangisi güçlü taraftar toplarsa tarih yazımının sonunu o doğrultuda tamamlar. Evdeyazar'ın yazdıklarından gidersek; 12 Eylül de yaşananlar bir örnek. Öncesinde, sonrasında bir sürü 12 eylüller...


12 Eylül zamanı orta son öğrencisi idim. O zamanları yaşarken fısıltı halinde nice haksız tutuklamalar, işkenceler, ölümler anlatıldı duyarlı insanlar arasında. Bu durumları duyup dayanamayan, isyan eden nice canlar ya canlarından oldular yada hem kendileri hem gelecek nesilleri yaralı bir hayat sürmek zorunda kaldılar. Bizler tüm bu tarihe tanıklık ettik. Şimdi de içinde bulunduğumuz tarihe tanıklık ediyoruz. Aynı zamanda tarihi yazıyoruz. Tepki göstererek veya sessiz kalarak. Artık eskisi gibi sadece radyo, gazete, TV ye mahkum değiliz. Anında saniye hızında haberdar olabiliyoruz herşeyden. İşte tam da burada çok ama çok dikkatli olmamız gerekiyor. Zamanında sadece radyo, gazete, TV ile kitleleri harekete geçiren çıkar çevreleri böylesi büyük bir haberleşme imkanı ile nasıl bir tarih yazdırır kitlelere anlatmaya gerek var mı?


Eskiden iş yani olayların gelişimi kendilerine aydın diyenlerin anlattıkları ve yönlendirmeleri ile gelişir ve halk onlara inanırdı. Şimdi bu teknolojik imkanlar sayesinde iş direkt olarak halkın kendisine kaldı. Bu durumda halk olarak bizler ne yapmalıyız? Araştıracağız, araştıracağız, araştıracağız. Çok okuyup doğru bilgiye ulaşacağız. Kulaktan dolma, 2-3 kişinin (sosyal paylaşımlarda bu 2-3 kişinin karşılığı yüzler binler demek olduğunu belirtememe gerek yok) kopyala yapıştır yaptığı bilgiyi kabul geçer yapmayacağız. Aynada bize gösterilen görüntüyü değil aynanın arkasını görmeye çalışacağız. Vurup-kırarak, yakarak-yıkarak değil veya sıcacık evimizde oturup internet üzerinden ahkam keserek de değil. Bu şekilde tarihi yazmaya kalkışmanın yarar değil ne getireceği bellidir. Sadece bize dayatılan doğruları almak yerine eli kalem tutan, nice köşe yazarına 100 defa fark atacak amatör veya profesyonel köşe yazarı, blogger vs.ler var, onların da fikirlerini, anlattıklarını okuyarak bilgilerimizi tazeleyebilir, doğruları görmeye çalışabiliriz. Zamanın da kısıtlı imkanlarla bile ne kadar çok yanlış bilgi empoze edilirken şimdiki teknolojik imkanlarla nasıl bir bilgi kirliliğinin oluştuğunun farkında olmalıyız. Kasıtlı veya kasıtsız olarak oluşturulan yanlış bilgilerin farkında olarak daha uyanık olmalıyız. Böylece tepkilerimizi yıkıcı değil yapıcı ve onarıcı olarak gösterebiliriz. Ama herşeyden önemlisi aklımızı, mantığımızı, yüreğimizin sesini birlikte kullanmalıyız.

Aynada önce kendimizle yüzleşmeliyiz. Önce kendi bireysel tarihimizi nasıl yazdığımızı açık ve dürüst olarak kendimizle paylaşmalıyız. Hatalarımızı, zaaflarımızı, üstün yanlarımızı başkalarından önce kendimiz dürürstçe eleştirmeliyiz.  Kendi ile yüzleşen insan kendi tarihini yazarken yaptığı doğrular ve yanlışları ülkenin tarihini yazarken de yapacağından bunun bilincine varmalı mutlaka.


Bunların hepsi benim şahsi düşüncelerim elbette. Eksiklerim, yanlışlarım, abartılarım olabilir. Şahsi düşünceler görecelidir. Şahsi düşüncelerin “genel geçer” düşünceler halini alabilmesi ancak gelen yorumlar, tepkiler ve düzeltmeler ile olabilir diye düşünüyorum.

Tarih yazmak ciddiye alınması gereken bir konudur. Sorumluğu ağırdır. Bir kez yazıldı mı her zaman orijinal basımlı olarak yerini alır raflarda. Bizim yazdığımız tarihe ve bize yazdırılmak istenen tarihe yaklaşımımız da bu önem ve ciddiyette olması gerekiyor bana göre.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder