21 Haziran 2014 Cumartesi

BİR KADIN, BİR HİKAYE; SERPİL...


Oturduğu sandalyede öne doğru eğilip sigarasının külünü silkeledi umarsızca. Külün birazı kültablasına birazı masanın üstüne geldi. Masaya düşen küllere uzaktan öylesine üfledi.  Biraz dağıldılar. Sigara tutan elini çenesine, kolunun dirseği masaya dayalı vaziyette boş gözlerle camdan dışarıya bakmaya başladı. Sigaranın dumanı iri dalgalı siyah saçlarının içinde dans ediyordu adeta.  En son ne zaman taramıştı onları kendi de unutmuştu. Boş sokağa, boş pencerelere, balkonlara boş gözlerle bakmayı sürdürdü. Beden bu odadaydı ama ruhu kimbilir nerelerdeydi.

Sonbaharın rüzgarı dallardaki yaprakları nasılda hoyratça döküyordu. Bahçe ve yol kuru yapraklarla kaplanmıştı bu gün yine. Kapalı hava zaten kapalı olan ruhunu hepten kapatmıştı. Üstündeki pijamaları çıkarmadan akşamı etmişti adeta. Kahvaltı yerine 2 bardak kahve bir dilim kuru ekmek yemişti. Gerisi birini söndürüp birini yaktığı sigaralarıydı adeta.

Kimi zaman uzanıyor gözlerini tavana dikip öylece kalıyor, kimi zaman da tekli koltuğa oturup kimbilir kaçıncı kez bakıp ezberlediği  duvara veya halıya sabitleniyordu. Tıpkı şimdi pencereden dışarıya bomboş baktığı gibi.

Tüm pazıl dağılmış, parçaları bir araya getirmeye sonrasında da pazılı tamamlamaya çalışıyordu adeta. Ancak öylesine dağılmış hissediyordu ki kendini,  en büyük zorluğu parçaları bir araya getirmede yaşıyordu. Bir toparlayabilse tüm parçaları sonrası onun için çocuk oyuncağı gibi olacaktı. Bunu biliyordu ancak parçaları bir araya getiremiyordu. Belki de getirmek istemiyordu bilinçsizce. Sonunda tüm parçalar toplanıp pazıl tamamlanırsa ortaya çıkacak olan tablodan korkuyordu.

Parmaklarının arasında tuttuğu sigara bitmek üzereydi ki parmaklarında hissettiği ısı ile elini çenesinden çekip bir nefes daha çekti. Sonra söndürdü kültablasında. Hem bulunduğu oda hem üstü başı yoğun nikotin kokusu ile yıkanmış gibiydi.

Kalktı, yeni bir sigara almak için pakete uzandığında bitmiş olduğunu gördü. Boş paketi avucunun içinde sıkarken aklı hızla çalışmaya başlamıştı. Yeni bir paketi nereden bulurum?  Evde yoksa kime aldırırım? Bir dakika içinde tüm ihtimalleri sıralamıştı. Sadece kendisinin çıkıp alma ihtimali dışında başka seçeneğinin olmadığını görmüştü.

Bir paket sigara için bu kadar hızlı analiz yapabilirken içinde bulunduğu durumu analiz etmede bu kadar zorlanması yaşadığı travmanın ağır baskısındandı.


Zaten sıkkın olan canı biraz daha sıkılmış olarak kendini kanepeye bıraktı. En yakın market ve bakkal kapanmadan çıkıp almazsa daha sonra açık tekel bayi bulmak için çıkmak durumunda kalacağını biliyordu. Biraz daha dedi içinden. Biraz daha oyalanabilirim. Hava kararınca çıkarsam saçımı başımı düzeltmek durumunda fazla kalmam. Yüzüme gözüme de kimse bakmaz nasıl olsa diye plan yaptı. Eli televizyonun kumandasına uzanmıştı. Düşüncelerini ve sıkıntısını dağıtmayacağını bile bile. Ancak hemen vazgeçti. Yine çaresizliği ve öfkesi depreşmişti. Eline aldığı kumandayı bütün kuvvetiyle karşısındaki duvara fırlatmak istedi. Odada bulunan kırılabilecek her şeyi kırmak, parçalamak arzusu ile yanıyordu. Avazı çıktığı kadar bağırmak, hücrelerine kadar işlemiş olan nefretini dışarı akıtmak istiyordu… Yapmadı, yapamadı yine. Elinde sımsıkı tuttuğu kumandayı yanındaki yastığa adeta vurarak bıraktı. İçinde kabaran öfkeyi bastırabilmek için yeniden ayağa kalktı odadan dışarı çıktı. Sigara almalıydı belki de bir şişe bira. Bu gece son yalnız gecesiydi. Yarından sonrası yine kendine ait olmayacaktı. Bir asır gibi uzun geçen uykusuz gecelere inat  1 hafta ne çabuk geçmişti.

Serpil çocuklarını özlemişti. Onları düşününce içinin yangını her seferinde artıyordu. Yaşadıkları ile iyice yaşlanmış bir hal alan anne ve babası. Daha ne kadar bu duruma sabredebilirlerdi? Minik kızını düşündü. Sütünün kesilmesi, onu artık emzirememesi kendini daha berbat hissetmesine neden oluyordu. Ama bu ne kendinin ne de masum meleğinin bir suçuydu.

Gidip “kalk ulan, kalk o yattığın yerden şerefsiz” demek istiyordu. “Senin yatacak yerin bile yok” diyerek tekmeler savurmak istiyordu. Aynı anda koridorda ayağına takılan terliğe bir tekme savurdu.


7 dil biliyordu. Bir küfür etse 7 dilde ayrı ayrı söylese yetmeyecekti belliki…  Kısaca o.. çocuğu demekle yetindi. Gardolabı açtı kapşonlu bir hırka çıkardı. 

....                                                    

                                                                                                                                          (devam edecek)

3 Haziran 2014 Salı

Tanık mısınız? Yazar mısınız?



Sevgili Evdeyazar, güzel bir konuya değinmiş.Tarihe tanıklık ediyoruz farkında mısınız? yazısı ile. Üzerinde düşünme ihtiyacı hissettim. Yorum yazmak istedim ancak uzun bir yorum ortaya çıkınca kendi makalemin oluştuğunu görüp paylaşmak istedim.

Tarih demek yaşanmışlık demektir. Tarihi yorumlamak da genellikle üzerinden belli zaman geçtikten sonra daha isabetli olabiliyor. Çünkü bildiğimiz gibi bir şeyin bitimi bir başka şeyin başlangıcıdır. Ve bunun ne kadar doğru ne kadar yanlış olduğunu anlayabilmek için biten şeyin üzerinden belli bir veya bir kaç dönemin geçmesi gerekir.

Tarihi veya tarihi olayı yazmak bir yerde en basitinden kompozisyon veya uzun bir roman yazmaya benzer.


Makale, roman yazarken kullanılan yöntem ile tarih yazarken kullanılan yazım metodlarını isimlendirirsek “serim-düğüm-çözüm” ile “giriş-gelişme-sonuç” şeklinde yazılmasıdır diyebiliriz. Aralarındaki fark birisinin düşünce yazılarında diğerinin de olay yazılarında kullanılması.


Tarih yazımında bu bölümlerin süreleri değişkendir. Giriş bölümleri geçmişten gelen bazı şeylerin birikimi veya çıkar amaçlarının yön değiştirmesi ile başlar. Bu durum ufak tefek huzursuzluklar ve tepkilerin başlamasına neden olur. Sonra o tepkiler amaçlar doğrultusunda suni olarak alevlendirilir. Kitlesel olarak yönlendirilecek okuyucu yani halk artık doğru bildiklerinden şüphe eder duruma gelir. Kafası karışır amaç tam da budur aslında. Gelişme bölümünde ne kadar çok kargaşa varsa o kadar iyidir. Sonuç ihtimali önceden tasarlanana yakın olur. Sonuç her zaman yeni bir başlangıç olduğundan net değerlendirebilmek için beklemek gerekir.


Roman/hikaye yazarı kurgusal karakterlerle, kurgusal olayları aktarır okuyucusuna. Okuyucu zaman içinde yazarla birlikte tepki vermeye başlarlar. Doğruyu yanlış, yanlışı doğru bildirme lüksü her zaman vardır ve okuyucu buna inanırak tepkisini ortaya koyar. Buna rağmen romanın/hikayenin sonunu kesin olarak yazar! belirler. Ancak iş burada romandan çıkıp Tarih yazmaya gelindiğinde okuyucu romanın içindeki bir karakter olur ve tepe yazarlarının! kasıtlı yönlendirmeleri ile tarih yazımının devamını belirler. “Çıkar yandaşlığı” veya “çıkar çatışması” hangisi güçlü taraftar toplarsa tarih yazımının sonunu o doğrultuda tamamlar. Evdeyazar'ın yazdıklarından gidersek; 12 Eylül de yaşananlar bir örnek. Öncesinde, sonrasında bir sürü 12 eylüller...


12 Eylül zamanı orta son öğrencisi idim. O zamanları yaşarken fısıltı halinde nice haksız tutuklamalar, işkenceler, ölümler anlatıldı duyarlı insanlar arasında. Bu durumları duyup dayanamayan, isyan eden nice canlar ya canlarından oldular yada hem kendileri hem gelecek nesilleri yaralı bir hayat sürmek zorunda kaldılar. Bizler tüm bu tarihe tanıklık ettik. Şimdi de içinde bulunduğumuz tarihe tanıklık ediyoruz. Aynı zamanda tarihi yazıyoruz. Tepki göstererek veya sessiz kalarak. Artık eskisi gibi sadece radyo, gazete, TV ye mahkum değiliz. Anında saniye hızında haberdar olabiliyoruz herşeyden. İşte tam da burada çok ama çok dikkatli olmamız gerekiyor. Zamanında sadece radyo, gazete, TV ile kitleleri harekete geçiren çıkar çevreleri böylesi büyük bir haberleşme imkanı ile nasıl bir tarih yazdırır kitlelere anlatmaya gerek var mı?


Eskiden iş yani olayların gelişimi kendilerine aydın diyenlerin anlattıkları ve yönlendirmeleri ile gelişir ve halk onlara inanırdı. Şimdi bu teknolojik imkanlar sayesinde iş direkt olarak halkın kendisine kaldı. Bu durumda halk olarak bizler ne yapmalıyız? Araştıracağız, araştıracağız, araştıracağız. Çok okuyup doğru bilgiye ulaşacağız. Kulaktan dolma, 2-3 kişinin (sosyal paylaşımlarda bu 2-3 kişinin karşılığı yüzler binler demek olduğunu belirtememe gerek yok) kopyala yapıştır yaptığı bilgiyi kabul geçer yapmayacağız. Aynada bize gösterilen görüntüyü değil aynanın arkasını görmeye çalışacağız. Vurup-kırarak, yakarak-yıkarak değil veya sıcacık evimizde oturup internet üzerinden ahkam keserek de değil. Bu şekilde tarihi yazmaya kalkışmanın yarar değil ne getireceği bellidir. Sadece bize dayatılan doğruları almak yerine eli kalem tutan, nice köşe yazarına 100 defa fark atacak amatör veya profesyonel köşe yazarı, blogger vs.ler var, onların da fikirlerini, anlattıklarını okuyarak bilgilerimizi tazeleyebilir, doğruları görmeye çalışabiliriz. Zamanın da kısıtlı imkanlarla bile ne kadar çok yanlış bilgi empoze edilirken şimdiki teknolojik imkanlarla nasıl bir bilgi kirliliğinin oluştuğunun farkında olmalıyız. Kasıtlı veya kasıtsız olarak oluşturulan yanlış bilgilerin farkında olarak daha uyanık olmalıyız. Böylece tepkilerimizi yıkıcı değil yapıcı ve onarıcı olarak gösterebiliriz. Ama herşeyden önemlisi aklımızı, mantığımızı, yüreğimizin sesini birlikte kullanmalıyız.

Aynada önce kendimizle yüzleşmeliyiz. Önce kendi bireysel tarihimizi nasıl yazdığımızı açık ve dürüst olarak kendimizle paylaşmalıyız. Hatalarımızı, zaaflarımızı, üstün yanlarımızı başkalarından önce kendimiz dürürstçe eleştirmeliyiz.  Kendi ile yüzleşen insan kendi tarihini yazarken yaptığı doğrular ve yanlışları ülkenin tarihini yazarken de yapacağından bunun bilincine varmalı mutlaka.


Bunların hepsi benim şahsi düşüncelerim elbette. Eksiklerim, yanlışlarım, abartılarım olabilir. Şahsi düşünceler görecelidir. Şahsi düşüncelerin “genel geçer” düşünceler halini alabilmesi ancak gelen yorumlar, tepkiler ve düzeltmeler ile olabilir diye düşünüyorum.

Tarih yazmak ciddiye alınması gereken bir konudur. Sorumluğu ağırdır. Bir kez yazıldı mı her zaman orijinal basımlı olarak yerini alır raflarda. Bizim yazdığımız tarihe ve bize yazdırılmak istenen tarihe yaklaşımımız da bu önem ve ciddiyette olması gerekiyor bana göre.