28 Şubat 2014 Cuma

ANAHTARLIK VE ANAHTARLAR...

Ali Poyrazoğlu, Borusan Oto Dolmabahçe Sahnesi ve 20 farklı blogger bir araya gelirse ne olur dersiniz? Şahane bir etkinlik olur elbette. Bumerang sayesinde daha ilkini Ahmet Ümit'le ilgili deneyim gününü yazamadan bir ikincisine katılma hakkını kazanmak hele de benim gibi acemi, çiceği burnunda bir blogcu için büyük bir şans diye düşünebilirsiniz. Biraz şans çokça da cesaret bana göre.

Bu son katıldığım Ali Poyrazoğlu ile Bumerang Deneyim günleri "Fark Yaratan Birey workshop" etkinliğine katılma imkanı bulmuş olmam fark yaratmış olmamdan dolayı. Bu güne kadar yazdıklarımız içinde fark yaratan bir yazımızı göndermemizi istemişti Bumerang ekibi. İşte cesaret burada devreye girerek benim için fark yarattığına inandığım bir yazımı göndermekle başladı. Yüzlerce bloger arasından 20 blogger elenerek seçilmişti. Bunlardan biri olmak bana fark yaratabilen biri olduğumu göstermişti.

Etkinliğin olduğu gün sanki tüm yapılacak işlerim, randevularım, beklenmedik çağrılarım, yetiştirmem gereken alışverişlerim sözleşmiş gibi bir araya toplandı. Sabah erkenden yollara düştük Seher'le birlikte. Tek tek sabırla ve zamana karşı yarışarak. Üstelik dondurucu soğuğa ve yağmura rağmen azimle üstesinden geldik hepsinin. Bir de beklenmedik sürprizleri atlamadan, ertelemeden zora rağmen hepsini hallettik. Öyle ki bir yerde durup bir şeyler yemeye bile vaktimiz olmadı. Bir kuru simit hayatımızı kurtardı. Akşam etkinliğe yetişebilmek adına Eminönü’nde hızlı bir alışveriş temposunda eksik malzemelerimizi tamamlayarak Seher'i aldıklarımızla birlikte Marmaray'a bıraktım. Ben de etkinliğin yapılacağı Borusan Oto Dolmabahçe Sahnesinin bulunduğu Süzer Plaza'ya doğru yola çıktım. Bindiğim tramvaydan Kabataş'ta inip İnönü stadının yanından yürüyerek yukarı çıktım. Tam stadın bittiği noktada Süzer Plaza göz dolduruyordu. İlk gelenlerden biri de bendim. Her geçen sürede yeni bloggerlar aramıza ekleniyordu. Gerçekte bambaşka mesleklerde olan bu bloggerlarla ortak yanımız elbetteki blog yazarı olmamız ve bu etkinliğe katılma hakkı kazanmamızdı. Yeni ve farklı bloglar ve blog yazarları ile tanışmak çok keyifli bir deneyim bana göre. Hemen kağıt kalemle notlar alınmaya başlıyor veya akıllı telefonlara, tabletlere eklemeler yapılıyor. Hatta sanal ortamda bloğunu takip ettiğimiz kişinin gerçekte kim olduğunu bu sayede de görmüş olabiliyoruz. Benim bir önceki etkinlikte böyle bir deneyimim oldu mesela. Bu etkinlikte de başka başka kişilerin böyle bir deneyimi olduğunu biliyorum.

Hepsi hoş sohbet insanlar, benim gibi yazmayı sevdikleri kadar konuşmayı, yeni insanlarla tanışmayı seven insanlar olduklarını rahatlıkla söyleyebilirim. Buradan hepsine;  “sizleri tanıdığım için çok mutlu oldum” demek istiyorum.

Gelelim Ali Poyrazoğlu'na... Yok gelmeyelim önce Borusan Oto olarak bizleri ağırlayan ekibe çok teşekkür etmek istiyorum. Benim gibi kaç kişi aç bilaç gününü geçirmişti bilmiyorum ama bizi güzel ikramları ile önce bir güzel doyurdular onu ifade edeyim. Güler yüzlü personeli her konuda yardımcı olmaya hazır içten bir tutum sergilediler. Ali bey biraz geç gelince acaba gelmekten vaz mı geçti diye meraklandık. Ama hava yağmurlu ve İstanbul akşam trafiğini düşününce gayet normal dedik. Gelir gelmez esprileri ile ortalığı birbirine kattı.

"Hani bana 20 kişi demiştiniz bu kadar kişi nereden çıktı?" dedi. Bumerang ekibinden Hilal hanım ve Ahmet bey; 

“Burada biz de dahil 20 blogger var efendim” yanıtı verince; 

"Bunların hepsi blogger mı yani? öyleyse bunların hepsi anarşist" demez mi?

Düşünüyorsam varım ilkesinden yola çıkarak Yazıyorsam anarşistim ilkesine varmış olduk. 



"Haydi toparlanıp peşimden gelin" demesiyle küçük bir sahnesi olan bölüme geçtik. Ali bey üstünü değişip geldiğinde bizlere ortadaki tüm sandalyeleri boşalttırdı. Hepsini geriye çektik. Kısa bir konuşmadan sonra hepimizi orta boşluğa alarak önce nefes kontrolünü, sonra buna bağlı olarak beden kontrolünü bizzat tatbik ettirerek anlattı ve öğretti. Öncelikle nefesini kontrol eden, buna bağlı olarak bedenini tanıyarak kontrol edebilen kişi farkını oluşturmada ilk adımlarını atmış olacağını söyledi. Sonra yazılarımızı hazırlarken nasıl odaklanmamız gerektiğini hafızamızı nasıl boşaltabileceğimizi, hatırlama tekniklerini, ve daha bir sürü şeyi anlattı. Bunlardan bir çoğunu zaten yapmaktayım ama bir profesyonelin ağzından dinlemek ve kendini çek etmek, eksiklerini öğrenmek bulunmaz bir nimet diye düşündüm.


                       
























Ali Poyrazoğlu 1 kelime ile mekan oluşturmanın provasını yaptırdı gönüllü arkadaşlara. Sonra bir paragraf ile başlayıp farklı yazarlarla devam eden hikaye oluşumu konusunda prova yaptırdı. Tabi hazırlıksız olunca sınıfta kalanlar olmadı değil. Epey eğlenceli ve bir o kadar da ciddi provalardı bunlar. Kısa bir ihtiyaç, nefes alma molasından sonra bizim için hazırladığı sunum tahtasının başına geçti. Fark yaratan bir bloger nasıl olur bunun kurallarını yazmış önceden.

"Önce Fikir!" dedi Ali bey.

-Fikir; karışık olanı şaşırtıcı bir sadeliğe dönüştüren SENTEZDİR.
    
-Değişim bir defalık değil hayatın bir parçasıdır.
   
-Geleceği kontrol altında tutmak gerekir, yoksa başkası geleceği şekillendirir.
  
-Farklılık yaratmadan başarıya ulaşmak gittikçe olanaksızlaşmaktadır. Bu günün farklılıkları geleceğim oluşumudur.
  
-Bu gün için imkansız olanlar yarının standartlarıdır.
  
-Fark yaratmak için Vizyonunuz olmalı.
   
-Usta satıcı plan yapar, plan yapmalısınız.
   
-Fark yaratmak sebatlı olmayı gerektirir. Sebat etmelisiniz.
  
-Hatalarınızdan ders alacaksınız.
   
-Kendinize, şirketinize, ürününüze inanacaksınız. Sizin şirketiniz bloğunuz, bloglarınız, ürününüz ise yazılarınız, kitaplarınız.
   
-Uzman olacaksınız. Uzmanlaşacaksınız. Çok ama çok çalışacaksınız.
  
-Kendinizi adayacaksınız.
  
-Arzulu olacaksınız. Gönülsüz yapılan işten sonuç çıkmaz biliniz.
   
-Beyin takımınız olacak. 




Ali Poyrazoğlu bu akşam bizlere bir anahtarlık verdi. Anahtarların nerede saklı olduğunun ipuçlarını anlattı. Bizden ip uçlarını takip ederek anahtarları tek tek bulup kapıları açmamızı öğütledi. Bu şekilde bize fark yaratmanın yöntemini, önemini anlattı. Teşekkürler Ali Poyrazoğlu, teşekkürler Bumerang ekibi, teşekkürler Borusan Oto…


8 Şubat 2014 Cumartesi

KÜÇÜK BİR ÇOCUK, KOCAMAN BİR YÜREK...



Hafif toplu, aksak yürüyüşlü, elinde sıkıca tuttuğu bir poşet ve gözlüklerinin ardından insanların yüzüne direkt bakmadan kekeleyerek, çekingen, mahçup bir tavırla konuşan bu erkek çocuğu dükkandan içeri girdiğinde yiyecekleri göstererek;

“eee, bu, bu yiyeceklerin sahibi kim?” diye sordu. Ürkek bir tavşan gibiydi. Gülümseyerek biraz da merakla ayağa kalktım.

“Ne istiyorsun delikanlı” dedim. Henüz 4. veya 5. Sınıf öğrencisi olduğunu sandığımız çocuk avucunu açtı ve;

“ben bir şey almak istiyorum, ama 50 kuruşum var. Babam şurada kursta. Kurstan çıkınca alıp getirsem kalanını olur mu?” Diye soruyordu.

“Gel bakalım ne istiyorsun göster bana” dedim. 1 tl lik iki dilim kek aldı. Yanağını okşadım ve;

“Haydi afiyet olsun yavrum” dedim. Yine yere bakarak ve kekeleyerek;

“Babam, babam kurstan çıkınca söz getiririm” dedi.

“Tamam üzülme, git ve ye” dedim. İçeri girince Seher ne olduğunu sordu anlattım.

O gün bir daha gelmedi. Biz de zaten ille getirsin diye beklemedik. Onun o ürkek, mahçup halini çok sevdik. Neden parasız vermediniz derseniz çocukların sağlıklı, doğru yetişmesi için yapılması gereken en doğru hareketin bu olduğuna inandığımız için 5 kuruş bile olsa bedelini ödediği bir şeyi almasından yana olduğumuzdan uzattığı parayı aldık.

Benim babamın ben doğduğumda açtığı pastaneden bir şey almak istediğimizde bize bunu öğretmişti. Baba şunu istiyoruz dediğimizde “paranız var mı?” derdi. Yok dersek gidin annenizden para alın öyle gelin” derdi. Annem babamdan aldığı paradan o zamanın parası ile  5 kuruş, 10 kuruş para verir öyle tekrar gönderirdi bizi babamızın pastanesine. Parasını öder öyle alırdık canımızın istediği şeyleri. Oysa gerçek ederi çok daha fazla şeylerdi. Ama biz, özellikle ben çok küçük olduğumdan paraları bile tanımaz annemin verdiğini uzatır istediğimi gösterirdim.

Bu öğretiyi kendi çocuklarımıza da verdik. Bu davranışın doğru olduğuna inandığımdan bu çocuğa da aynısını yaptım. Eğer param yok, babamı bekliyorum bana yiyecek verir misiniz demiş olsaydı da mutlaka verirdik. Ama o bizden farklı şekilde istedi.

Ertesi gün öğlen vakti müşterilerin arasından biri sıyrılmaya çalışıyordu. İçeri girdi ve Seher’e 

“Bu, bu dünkü kalan para” diyerek 50 kuruşu uzattı. Sonra 1 tl daha koydu masaya. Seher’le birlikte dışarı çıktılar ve bu sefer brovni almak istediğini belirtti. Bir çatal ve peçete ile browniyi verdik. 

“Dün akşam getiremedim özür dilerim” demesi ile 

“sen çok dürüst bir çocuksun ne zaman istersen gel” deyince o anda orada olan müşteriler meraklandılar. Bizim özel ilgi gösterip sevdiğimiz bu çocuğu sordular. Dünkü yaşadığımız durumu ve bu günkü davranışını aktardık. Bir küçük çocuk kocaman bir yürek. Kim bilir belki o anda orada bulunan kadınlara da bir örnek teşkil etmiştir belli mi olur.

Çocukların sağlıklı ve güzel ahlaklı büyümesinin yolu doğru davranıştan geçer ilkesi sadece bizim değil duyarlı pek çok ebeveynin ilkesi olduğunu görmek sevindirdi bizi.

10 gün boyunca pek çok insanla tanıştık. Çok farklı düşünce yapıları, kültürleri, insan ilişkilerini gördük, şahit olduk. 10 boyunca hem satış yaptık hem okullu olup ticaretin inceliklerini öğrendik. Memleketimin çeşit çeşit insanları kimi zaman güldürdü, kimi zaman hüzünlendirdi, kimi zaman gururlandırdı, kimi zamanda kızdırdı. Seher’in demesi ile “sana bol bol malzeme çıktı. 5 cilt roman yazacak hikayeler dinledin döktürürsün artık” sözüne hak vermemek elde değil. Hayatın içinden yaşanmışlıklar öyle çok ki… Gündüzün geceye, gecenin gündüze dönmesi hiç değişmediği dünyada yaşanmışlıklar hiç bitmez. Kişiler değişir ama bana göre hikayeler değişmez.

Bu gün kendime izin verdim. Havalardan dolayı benim laranjit iş başı yaptı. Ses tellerimin arızası nedeniyle konuşamıyorum, yorgunluk, halsizlik de olunca bu günü “YMG” yani “yat Mine günü” ilan ettirdi bana. Günlerdir bilgisayarımdan uzaktım. Bol bol gezindim nette. Telefonlara da cevap veremiyorum çünkü karşımdaki ne dediğimi anlamıyor sesimi duyamıyor. Sesim böyle kısıldığında çocuklarıma da eğlence çıkıyor. Hususi telefon açıp bana “aloo” dedirttiklerinde başlıyorlar gülmeye. Zeynep seni de unutmadım, sen de dahilsin.

Bu günlük bu kadar, tekrar buluşuncaya kadar sevgiler herkese…

1 Şubat 2014 Cumartesi

HER ŞEYE RAĞMEN..



Nasıl bir tempodayım? Nerede, ne yapıyorum? Sevindirik sevindirik etrafa gülücükler mi dağıtıyorum? Peki bu panik yapan kadın da kim? Dışarısı buz gibi ben "kapatın şu ısıtıcıyı diye milleti soğuğa mahkum etmeye çalışan mıyım? Bu ben miyim? Ben kimim?

Evet hepsi benim. 10 günlük bizim için bir okul, bir atölye, bir deneyim olan dükkan devremizde sonunda sıra bize geldi. Günlerdir geceleri zaman zaman sabahlara kadar uyumayıp tek tek büyük bir emekle hazırladığım ürünlerim bunun içindi. Bana özgü, benim tasarladığım farklı ürünlerin olması için günlerce farklı taramalar yapmıştım. Denemeler, uğraşlar sonucunda ortaya çıkan işlerimi önce ben beğenmeliydim. Beğenince de aşık olup seyre dalıyordum. Her tasarımcının aynen benim gibi olduğunu öğrendiğimde anormal olmadığımı görüp epey rahatladım. Büyük bir sevgi, aşk ve özveri ile hazırlanan ürünü önce ben satın alıyordum kendimden. Evimin salonununda kendi çabalarımla oluşturduğum panolara asıyor akşamları bir yandan çalışıp bir yandan onları seyredebiliyordum. Yetmiyor her yeni çalışmada ev halkını tek tek çağırıyor defalarca nasıl olmuş, beğendiniz mi? diye onaylarını alıyordum. Yetiyor muydu derseniz yok ertesi gün veya akşamı tekrar soruyordum aynı soruları. Sonunda hep birlikte koro halinde "B E Ğ E N D İ K!!!!" sesini duyunca rahatlıyordum. Özenle, sevgi ile sabırla ortaya çıktıklarında ürettiğim tüm bu tasarımlar benim çocuğum gibi oluyorlardı. Sonunda beklenen gün geldi çattı ve biz eteklerimiz zil çalarak son hazırlıklarımızı yapmaya başladık. Ben ürünlerimle sevgili yoldaşım Seher günlük yaptığı tatlı - tuzlu kurabiye, poğaça, börek, brovni, nefis sade - cevizli - zeytinli ekmekleri, zeytinyağlı sarma dolmaları, zeytinyağlı nefis çanak kereviz dolması ile ürünlerini hazırladı. Birlikte, el ele minik dükkanımızı açtık ve düzenledik. Her gün birbirinden güzel ve heyecanla geçti. Her yeni siparişimde beni içine alan alevle birlikte "ne çok yanıyor bu ısıtıcı kısın şunu biraz" dedim. Bizim heyecanımıza, telaşımıza kızım Sevgi de katılıp bize büyük destek oldu. Her yere, her şeye yetişti. Bizden güzel satışlar yaptı. Benim heyecanım yükseldiğinde beni sakinleştirdi. İsmi gibi sevgi dolu yüreğiyle bize adeta kol kanat oldu. Teşekkürler benim güzel meleğim diyorum ona. Allah seni nazarlardan saklasın. Oğlum sitemizin hazırlığı içinde, eşim kartvizit ve broşürlerimizi tasarladı. Zeynep evin hanımı olup, kardeşine ve babaannesine baktı tüm gün. SZ BUTİK ne diye sordular bize. "S" dedik SEVGİ, "Z" ise evdeki ZEYNEP... Yıllar önce ilk adımları attığımızda aradığımız, ne olsun dediğimiz bu isim "SZ" onların beni "Sen yaparsın, yapmalısın, biz de sana destek oluruz, sana güveniyoruz" sözleri üzerine girişilen bu işin mimarları olarak baş harflerinden çıktı. Gerçekten her tasarımımda onların moral motivasyonu ile geliştim. Zaten çok maharetli, yetenekli olan sevgili Seher'i de işin içine katınca çok daha güzel şeyler ortaya çıktı.

                                         

Tüm bunları neden anlatıyorum derseniz, ÜMİDİN BİTTİĞİ YERDE UMUTLAR BAŞLAR demek istediğimden. ...saydılar yerine ... rağmenlerle hareket edilmesini istediğimden. Belki birilerine örnek olur, belki birilerine ışık olur, belki birilerine kapı olur umuduyla yazıya döktüm. Bu güne kadar hayatımda kullandığım "saydı" kelimesi ile başlayan cümlelerimi alt alta yazdım, bir de "rağmen ile başlayan cümlelerimi yazdım. Baktım ve gördüm ki "saydı" lar çok fazla yer tutuyor. Düşündüm ve en alta şunu yazdım; "bu kadar çok SAYDI lara RAĞMEN bu liste yeniden yazıldığında RAĞMEN ler bu listede en fazla yer alanlar olacak!

Siz de böyle bir liste yapıp kendinizi sınamak isterseniz yapacağınız şey çok basit.
Bir kağıt bir kalem elinize alın ve başlayın neleri yapıp neleri yapamadığınızın bahanelerini yazmaya.
Ufak bir giriş yapayım isterseniz.

- param olsaydı....                                             - parasızlığa rağmen
- zamanım olsaydı...                                         - zamansızlığa rağmen
- sağlığım iyi olsaydı...                                     - hastalığıma rağmen
- sağlam arkam olsaydı...                                - zengin, güçlü bir arkamın olmamasına rağmen
- bir elimden tutan olsaydı...                         - kimsenin destek vermeyip, inanmamasına rağmen
- babam izin verseydi...                                   - babama rağmen
- eşim izin verseydi..                                        - eşime rağmen
- çocuğum izin verseydi...                               - çocuğuma / çocuklarıma rağmen
- iyi bir işim olsaydı...                                      - işimin olmamasına rağmen

Listenin uzunluğu sizin bahane bulma becerinize bağlı uzayıp gider. listenizi yapıp kendinizi tanımak isterseniz size tüm bunlar rehber olacaktır.

Karşımda bilgisayar ekranından başka bir şey olmamasına rağmen sohbet ediyormuşçasına yazdığım yazıları okuduğunuz için hepinize teşekkürler gönderiyorum.