13 Kasım 2017 Pazartesi

GÜNDEN GERİYE KALAN; MUTLULUK VE HÜZÜN

Pazar günü olmasına rağmen erkenden kalkmak bir amaç uğruna yola çıkmak... Hem çok mutlu hem de çok üzgün, kırgın ve kızgın bir şekilde günü tamamlamak... Önce mutlu anları anlatacağım sonra üzgün, kırgın ve kızgınlığıma geleceğim. 

Geçen yıldan beri ada yazılarını takip ettiğim ve yazılarının sayesinde ada sevdasını biz okuyucularına da aşılayan sevgili AyçE Ayyıldız 2. okur yazar buluşmasını düzenlediğini geçen hafta duyurdu sayfasından. Hemen arkasından Fatma Büyükgüzel mesaj attı haftaya buluşma ayarlıyoruz gelir misin? diye. Her ikisini de not aldım ve ya nasip inşallah dedim. Hayal kurmadım. Heyecan yapmadım. Çünkü yoğun bir hafta yaşayacaktım hafta sonu neler olacağını önceden kestirmem bu sefer biraz zordu. Üstelik Sevgi de grip olmuştu. Tüm olumsuzluklara rağmen çok şükür gecikmeli de olsa sınıf arkadaşlarımla buluşup hasret giderdik cumartesi öğleden sonra. Pazar yani bu gün de o çok istediğim ada buluşmasına gidebildim. 








Hiç tanımadığım bir grup okurla, yazar ve yazılarındaki adayı tanımak üzere buluştuk Heybeliada iskelesinde. Avrupa yakasından bu günkü maraton koşusuna rağmen aktarma yapa yapa gelenler, yaptığı lokumlu kurabiyeler, kekler, böreklerle eli kolu dolu gelenler masaların birleştirilmesi ile oluşturulan sıcacık bir sohbet seline dönüverdi adeta. Ne sabah saatlerinde yağan yağmur, ne gri gökyüzü ne de maratondan dolayı kapanan yollar ve engellenen ulaşım araçları yolumuzdan çeviremedi bir avuç insanı. Ne iyi yaptık bir bilseniz. 
Onca zaman sabır göstermemin mükafatı bu gün bu şekilde adayı gezmek, tarihini ve tarihi önem taşıyan yerlerini AyçE hanım ve Kaan beyin çok özel anlatımlarının rehberliğinde tanımak ve güzel arkadaşlıklar edinmek imiş.  Onlar bizimle adalarının her bir köşesini paylaştılar bizlerde bizdeki birikimleri paylaştık ölçüsüzce. Saat 12 gibi oturduğumuz Denizatı çay bahçesinden kalkarak iskele yolundan yukarılara doğru yürümek üzere hareket ettik. Limanda pek çok köpek yayılmış sereserpe sakin bir şekilde yatıyordu. Ancak bir tane gri kırçıllı kocaman bir köpek sanki bizi bekliyor gibi ayakta duruyor yaklaşmamızı bekliyordu. Yaklaşınca bize katıldı. Adımlarımıza uyup bizimle grubun içinde yürümeye başladı. Biz durdukça o da durdu biz yürüdükçe o da yürüdü. Gayet rahvan bir yürüyüşle aheste aheste adanın içlerine doğru ilerlerken girdiğimiz yeni mahellenin köpekleri havlayarak yanımızda yürüyen köpeği kaçırttırmak, uzaklaştırmak istediler. Hemen hemen hepimiz tedirgin olduk. Havlayan köpekler aramıza daldı ve o kocaman iri köpeği havlayarak hırlayarak taciz etmeye başladılar. Bir yandan yürümeye de devam ediyoruz bu arada. Biz "--Ay! Vay!" desek de, oradan oraya yer değiştirsek de bizim gri kırçıllı köpekte tıs yok. Hiiiiiç umurunda değil diğer köpeklerin havlaması, hırlaması, üzerine üzerine hamle yapmaları. O ne onları duyuyor ne de görüyor. Baktık ki köpek gayet sakin biz de sakinledik. AyçE hanım ve Kaan bey zaten alışkın olduklarından sakinler. Epey bir yolu bu şekilde havlamalar eşliğinde köpeklerle birlikte yol aldık. Ve anladık ki bazen hayat dersi bir köpekten bile alınır almasını bilene...  

Yani, sen hedefin için yola çık, yola çıktığın arkadaşların güvenilir insanlar olsun, sevgi dolu olsun, elalem ne der, nasıl seni yorar, korkutur, yoldan çıkarmaya çalışır sen hepsini boş ver. Israrlı ve kararlı emin adımlarla yolunda ilerle, sonunda yolundan çekilirler, ama biter mi bitmezzzz. Yeni ve yeniden yoluna çıkarlar onlara da aynı şekilde davran. 










İşte bu şekilde Ruhban okuluna kadar geldik. Sonunda köpek dostumuz liman yoluna dönmeye karar verdi bizler de havlama seslerinden kurtulmuş olduk. Kahkahalar eşliğinde yokuşu çıktık, Ruhban okulunu gezdik. Gerek mimarisi, gerek tarihi ve tarihindeki önemli olayları bir bir Nejat beyin ada tarihi kitabından okumalarla ve sözlü anlatılarla bizlere aktardılar sağolsunlar. Manzara bir harika elbette. Ama şehirden tarafa yönümüzü çevirince hemen Kartal ve çevresinin o beton yığını manzarası ile tezat oluşturan ada manzarası bize adeta bir tokat attı. Bizler yani şehirde yaşayanlar o beton yığınlarının içinde insan yığınları ile birlikte trafik çilesi içinde çabalıyor, çalışıyor, yaşıyormuş gibi yaparak tükeniyoruz ne yazıkki... Oysa Heybeliada'nın dinginliği, havası, manzarası, insanlarının sakinliği  (yazın kalabalıklığı elbette farklı) harika bir sonbahar yaşatıyor insana. Tüm bu düşünceler sadece bende değil hepimizde ortak dile getiriliyordu. Okulu ve bahçesini rahat rahat doya doya gezdik dolaştık.     

 İşte ne olduysa burada oldu. Gözlerimin dolması, içimin acı ile burkulması, kırgınlığın ardından gelen kızgınlık ve azıcık kıskançlık...









Sonra oradan ayrıldık ve İsmet İnönü'ün müze olan evine doğru yol aldık. 




Müzeyi daha sonra gezeriz biraz yürüyelim derken plan yeniden değişti yürüyerek adayı adeta karış karış gezme kararı aldık. Önemli yerlerde durup gerekli bilgileri aktardılar yine.  300 rum esirin sözde bir salgınla aniden öldüğü sonradan küçük bir anıt mezarla anılan yere geldik. Oradan süslü mezara ulaştık. Yolun devamında Rum Ortadoks mezarlığı hemen yanıbaşında bitişik Müslüman mezarlığında durup dualarımızı ettik. Aynı ağacın gölgesinde yanyana yatıyorlar iki farklı dinden ayrı topraklardan gelenler. 



Heybeli ada aynı zamanda Bahriye okulu ve Sanatoryumu ile meşhur idi. kisi de kapanmıştı ancak Bahriye okulu bu yıl açıldı ve 300 öğrencisi ile eğitimine başladı. Ama sanatoryum artık verem hastalığı eskisi gibi önem arzetmediğinden kaderine terk edilmiş durumda. Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın en tepedeki evi gibi, Elen Ticaret okulu gibi, bir çok bina ve kurum kaderine terk edilmiş durumda ziyarete kapalı çürümeye sürgün edilmiş durumda. 
Heybeliada da diğer bazı adalar gibi sürgün adası imiş Bizans zamanından beri. Kimileri için zorunlu sürgün, kimileri için gönüllü sürgün... Kimi ceza olarak sürülmüş kimileri de inziva için, kaçmak, içine dönmek için, yalnızlığı arzuladığı için, yaralarını sarmak için sürgün olmuş, burada yaşamış ve ölmüş. Sessizliğin sesinde içlerindeki çığlıkları haykırmışlar...






Çamların kokusuna ıslak toprak kokusu, denizin iyot kokusuna turunçların ve envai çeşit çiçek ve ağacın kokusunu katarak doya doya teneffüs ederek yol aldık. 6 kilometrelik yürüyüşten sonra yine limana Denizatı çay bahçesine geri döndük. Masalar yine birleştirildi. Bıraktığımız yiyecekler yeniden masalarda yerlerini aldılar. Bu sefer masaya başka ada sakinleri de katıldı. Adaya nasıl geldiklerini, neler yaşadıklarını anlattılar. Tecrübelerini paylaştılar. Neredeyse hepimiz "--haydin galkın adaya yerleşiyoz gari"  der hale geldik gün sonunda. Saatlerin hiç geçmesin istediğimiz halde geçtiği ve ayrılık zamanı, sadece tokalaşarak, baş selamı ile tanıştığımız bizler, ayrılırken içten sarılmalarla veda ettik birbirimize. Bostancı motoruna bu sefer birbiriyle tanışan, birlikte saatler geçirenler olarak bindik. Nilgün öğretmen ile yine üst kata çıkıp yol boyunca sohbet ettik. Sağ olsun beni bineceğim minibüse kadar yalnız bırakmadı eşlik etti. Eve geldiğimde hala yüzümde o tatlı tebessüm, huzur ve hafiflik vardı. Kızıma sarıldım, eşime sarıldım, kendi evine doğru yola çıkan oğluma telefonla da olsa seni seviyorum, güle güle oğlum dedim. Bu gün çok verimli bir hafta sonu oldu benim için.  Adadan getirdiğim mor salkımları hediye ettim evime...





Şimdi gelelim diğer konuya. Hani şu üzüldüğüm, kırıldığım, kızdığım konuya. Beni en iyi anlayacak olanlar Bolu Kız Öğretmen okulu arkadaşlarım, dostlarım, ablalarım olacaktır bu konuda. Çünkü onlar da bu gün orada olsalardı aynı benim hissettiklerimi hissedeceklerdi bundan eminim. Hele de bu yaz okulumuzun o perişan harap halini bir kez daha gördükten sonra içimin yanmaması imkansızdı. Eşsiz güzellik ve imkanlardaki okulumuzun nasıl bilinçlice yok edildiğini görmek hangimizi ağlatmadı ki... Oysa bu gün gördüğüm Ruhban okulu, sınıfları, bahçesinin durumu sanki yarın izin çıksa herşey hazır durumda. Çimler özenle biçilmiş, çiçekler özenle ekilmiş ve düzenlenmiş. Sınıflar ahşabın küf, nem ve ahşap kokusuna rağmen pırıl pırıl tertemiz kullanıma hazır bir halde. Sanki hafta içi öğrencilerle dolup taşıyorda hafta sonu hepsi evlerine gitmiş gibi. Nasıl bir özen, itina ve titizlik gösterilmiş yıllarca kapalı olmasına rağmen. Bizim okulumuz ise eşsiz yapısı ve imkanları ile kapanmasına rağmen Turizm ve otelcilik okuluna devredildi. Bolu'nun yüz akı iken Bolu'nun düğün salonu, çay bahçesi haline getirilerek adeta tarihten silindi. Daha fazla yazmayayım en iyisi sizler beni anladınız. İçimin acısını, kıskançlığımı ve öfkemi anladınız... 


İşte böyle bir gezi oldu bu gün. Okuduğunuz için çok teşekkürler.  Huzur, sağlık ve muhabbet ile kalın. Kucak dolusu sevgiler...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder